Rodos, Symi, Thasos ve Halkidiki( yarımada) gibi Yunan adalarını gezmiş biri olarak uzun zamandır Santorini ve Mykonos’u da listeye eklemeyi istiyordum. Buralara gidebileceğimiz birkaç yol vardı; havayolu ile gidebilirdik, ikinci bir alternatif olarak feribot seferleri ile Bodrum-Kos-Mykonos seferi yapıp dönerken Santorini’ye uğrayabilirdik ancak bunu ayarlaması oldukça zahmetliydi çünkü deniz yolu ile Kos-Santorini arası 6 saat, Santorini-Mykonos arası 2,5 saat olup feribotların saatlerini ayarlamak bir hayli zordu. Biz de bu geziyi nasıl yapsak diye araştırırken ETS turun “vizesiz Yunan Adaları turu” ile karşılaştık. Aegean Queen isimli cruise gemisiyle yapılan bu yolculukta gezimize planımızda olmayan yeni yerleri; Syros Adası’nı ve Atina’yı ekledik. Bu turların 3 ya da 4 günlük seçenekleri mevcut ve Atina yerine rotanızı Rodos’a çevirebileceğiniz 2.alternatifi daha var ancak biz Rodos’a birçok kez gittiğimiz için Atina’yı görmeyi tercih ettik.
Turdan biraz bahsetmek gerekirse, vizesiz olarak adlandırılan bu turda dolaşım izni ücreti olarak sizden 50 Euro isteyecekler, bizim Schengen vizemiz olduğu için böyle bir ücret ödemedik. Ayrıca turun fiyatları da gemideki odalara göre değişiyor. Benim size tavsiyem, eğer siz de benim gibi kapalı alanlarda kalma sorunu yaşıyorsanız, 6. kattaki camlı odalarda kalmanız. 2 ufak camın odaya kattığı ferahlık tarif edilemez.
Turun fiyatı içerisinde günlük kişi başı 2 su, 2 meşrubat, 2 çay veya kahve ve 2 adet bira veya 2 kadeh şarap olan içecek paketi ile sabah-öğle-akşam yemekleri ve beş çayı dahil.
Adalar arası seyahat ederken zamanımı nasıl geçiririm diyenler için; öncelikle gemide internet yok, eğer benim acil internete ihtiyacım olabilir diyorsanız ona göre kendinize yurt dışı internet paketi almanızı tavsiye ederim. Bunun dışında spa merkezi, free shopu, fitness salonu ve kumarhanesi mevcut. Ben Monte Carlo’dan sonra bir daha oynamaya kalkışmasam da, gemideki kumarhane bir hayli doluydu.
Bu turda ETS’yi eleştirdiğim bir nokta Santorini ve Atina için ayrı ücretli paketli turlar yapmaları oldu. Zaten çok da uygun fiyatlı bir tur değildi buna rağmen ekstra ücret istemeleri (ki bu turların fiyatları kişi başı 50-60 Euro arasındaydı) bana pek doğru gelmedi.
Turda genel olarak tavsiyem öğle ve akşam yemeklerinizi gemide değil de gittiğiniz adalarda yemeniz ve Yunan mutfağını denemeniz. Yunan mutfağı bizim damak zevkimize çok uyduğu için asla zorlanmayacağınız konusunda sizi temin ederim. Balık çeşitleri, mezeleri, kalamarı, cacikilerini (bizim cacık gibi sadece daha koyusu) tadına bakmadan dönmemeniz gereken lezzetlerden.
Syros Adası
Çeşme kalkışlı turumuzun ilk durağı Syros adası oldu. Çeşme’den 5 saat süren bir gemi yolculuğuyla Syros Adası’na akşam 20.30’da ulaştık. Limanla merkez arası yürüme mesafesi 5 dk kadar yakındı.
Adayı gezmek için bize 4 saat zaman verdiler. Zaten ufak bir ada olduğu gibi merkezi de ufaktı ve bize verilen süre yeterliydi. Size bu ada konusunda fazla ahkam kesemeyeceğim ancak begonvillerin altında yemek yiyebileceğiniz dar sokakları bir hayli güzeldi.
Gece 00.30 da Syros limanından giriş yaptığımız gemimiz, 01.00’da Santorini adasına doğru yol almaya başladı. Sabah 7’de uyandığımızda Santorini Adasına ulaşmıştık.
Biraz mavi, biraz beyaz; Santorini..
Santorini Adası son zamanlarda oldukça popüler seyahat yerlerinden biri. Bizim bu tura katılma sebebimiz aslında bu güzel adaydı. Kartpostallardaki gibi mavi beyaz fotoğrafları gördükçe ben buraya gitmeliyim diye aklıma koymuştum zaten. Bu ada hakkında bilinmesi gerekenlere gelirsek, ada volkanik bir ada, Minoan uygarlığı burada yaşıyormuş, daha sonra burada büyük bir volkanik patlama olmuş, patlama öyle büyükmüş ki söylenenlere göre patlamanın sesi İspanya’dan duyulmuş. Bu patlama sonrası çıkan lavlar adayı yerlebir etmiş. Eskiden yuvarlak olan bu adanın bir kısmı bu patlama sonrasında göçmüş. (Minoan uygarlığı depremleri önceden anlamak için yılanları kullanıyorlarmış ve patlamadan önce yılanlar huzursuzlanınca gemilerle adayı terk etmişler ancak patlamadan sonra oluşan tsunami tüm uygarlığı yeryüzünden silmiş, onlardan geriye Akrotiri kalmış)
Ada volkanik olduğu için gemilerin kıyıya yanaşmasına izin verilmiyor. Zaten dik yamaçlardan kayalar düşmesin diye de ayrıca file yapmışlar. Bizim gemimiz de açıklarda demir attı ve ufak motorlarla adaya ulaştık. Adaya ulaştığımızda ilk gittiğimiz yer Hz. İlyas’ın kilisesi oldu. Büyük otobüslerle buraya çıkarken oldukça dik ve dar yamaçlardan geçerken biraz ürkebilirsiniz. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu oldukça ufak kilisenin bulunduğu nokta adanın en yüksek noktası ve panoramik olara tüm adanın görülebileceği tek yer. Oldukça kurak olan bu adada yılın 320 günü hava güneşliymiş bu yüzden panoramik fotoğraflarda da fazla yeşillik beklemeyin.
Kısaca Hz İlyas kilisesinin hikayesini anlatayım. Hz İlyas insanların içinde hiç iyilik olmadığına inanıyormuş, bu yüzden insanlardan tamamiyle uzaklaşmaya çalışmış . Bir gün neredeyse yalnız olduğunu düşündüğü sırada hastalanmış ve bir kadın ona yardıma koşmuş. Onu iyileştirmiş daha sonra İlyas peygamber insanların içinde iyilik olduğunu düşünmeye başlamış ve tepedeki kulübe benzeri kilisede yaşamını sürdürmüş. Onu kurtaran kadının adı Santa İrini’imiş ve zamanla santa irini, adaya ismini veren Santorini’ye dönüşmüş.
Oia Köyü
Santorini’yi Santorini yapan yer bana göre burasıydı. Fotoğraflarda gördüğünüz mavi kubbeli kiliselerin, yamaçlardan inen beyaz merdivenli evlerin bulunduğu müthiş bir köy burası. Haliyle oldukça turist çekiyor, hatta burada evlenmek için 2 yıl önceden insanlar sırada bekliyorlarmış. Burada kalmak isteyenler içinse otel fiyatları biraz tuzlu olacaktır. Duyduğumuza göre Hollywood yıldızları bu gözde adayı sıklıkla tatil mekanı olarak seçiyorlar ve Oia Köyündeki otellerde kalmayı tercih ediyorlarmış.
Bu köy haliyle oldukça kalabalık ve hareketli, öğle vaktinin sıcağında oraya gitmemize rağmen ben bu köye bayıldım açıkçası. Burada inanılmaz güzel fotoğraflar yakalayabilirsiniz. Ayrıca Santorini’de yerleşim yamaçların tepelerinde olduğu için Oia Köyünde sıcaktan bunaldım,bir denize girip geleyim falan diyemiyorsunuz çünkü en yakın plaja inmek arabayla 30-40 dk sürüyor.
Buranın meşhur olma nedenlerinden biri de Oia Köyünün günbatımını izleyebileceğiniz en güzel manzaraları size sunuyor oluşu. O yüzden gün batarken Oia Köyündeki yamaca bakan tatlı kafelerde oturup, Yunanlıların kahvesi olan Frappeden içmelisiniz.
Perissa Bölgesi
Adada denize girebileceğiniz tek nokta ve Ada’nın en sakin bölgesi burası. Vlahada plajı kırmızı plaj olarak da biliniyor. Oia köyünde sıcaktan bunaldıktan sonra buraya gidip, cam gibi denizde serinlemeyi unutmayın. Şezlong fiyatları ise 5 Euro.
Fira Bölgesi
Ada’nın başkenti olan bu bölgeye sahilden teleferik ile çıkabilirsiniz. Bunun dışında eşekler Santorini’nin simgesi bunun sebebi de sahilden Fira’ya kadar binlerce basamaklık bir yolun olması ve bu yolu eşeklerle çıkma imkanının tanınması. Ancak ben teleferiği kullanmanızı öneriyorum, hem oldukça eğlenceli bir ulaşım aracı, hem de 2dk içerisinde çıkıyorsunuz. Fira bölgesi de restoranların ve uzun bir çarşının olduğu bölge. Butikleri gezip alışveriş yapabilir ya da kafe ve restoranlarda Yunan mutfağının keyfini çıkarabilirsiniz. Üzüm bağlarıyla çevrili Fira’da Santorini’ye özel tatlı şarabı da tatmalısınız. Tadı oldukça güzeldi ancak şaraptan çok şerbete benziyordu, o derece tatlıydı. Beğenirseniz yine Fira bölgesindeki dükkanlardan bu şaraptan alabilirsiniz.
Akrotiri Antik Kenti
Akrotiri’de bahsettiğim volkan patlaması sonucu yok olan Minoan uygarlığına ait resimler, mimariler, günlük kullanılan alet ve eşyalar bulunuyormuş. Tarihe meraklı iseniz burayı mutlaka görmelisiniz. Lavların yuttuğu bir antik kent burası. Biz daha önce Pompei’ye gittiğimiz için buraya gitmedik.
Biz akrotiri’ye gitmediğimiz için Fira bölgesinden teleferik ile sahile indik ve yine ufak motorlarla gemimize ulaştık.
Mykonos Adası
Santorini’den ayrıldıktan yaklaşık 2,5 saat sonra oldukça kurak bir ada olan Mykonos’a ulaştık. Limandan arabayla 5 dakikada Ada’nın merkezine vardık. Her yer taş olduğu için ada gece olmasına rağmen çok sıcaktı.
Adanın sahil şeridini kısa zannedip de burayı küçük sandık ancak asıl hayat arka sokaklarındaymış. Arka sokakları çok orjinaldi, daracık sokaklar bembeyazdı. Yerleri bile beyaza boyamışlar, parlıyordu adeta! Kendimi yağlı boya tablolarda gibi hissettim diyebilirim.
Ayrıca bu sokaklardaki dükkanlarda satılan takılar, kıyafetler, herşey çok orijinaldi. Herşeyin oldukça eşsiz ve sanatsal olduğu bu daracık, uzun sokakları gezmeye doyamadık. Ayrıca “Küçük Venedik” bölgesi de 12’den sonra barları ile hareketlenen, Mykonos’un en meşhur bölgesi. Ancak nerede eğleneceğinize de dikkat etmek gerekiyor zira burada yolunuz yanlışlıkla bir Gay bara düşebilir. Adada eşcinsellerin fazlaca olduğunu da söylemek gerek.
Biz de hareketli gece hayatıyla ünlü Mykonos’a gelmişken, bunu deneyimlememek olmazdı deyip “Küçük Venedik” bölgesinde bulunan Vigola Bar’a gittik. Sabaha karşı 4’te gemimize döndük ve Aegean Queen Atina’ya doğru yol almaya başladı.
Atina-Pire
Sabah 11.30’da gemimiz Atina’nın Pire limanına yanaştı. Buradan şehir merkezi olan Plaka Meydanı’na taksi ile 25 Euro’ya gidebilirsiniz ancak en mantıklı ulaşım aracı 40 numaralı mavi otobüsler(başka alternatifleri de olabilir). 4,5 Euro’ya aldığınız otobüs biletini gün boyu kullanabiliyorsunuz. Biz de otobüsle gitmeyi tercih ettik, yaklaşık yarım saatlik bir yoldan sonra merkeze geldik. Demokrasinin doğduğu şehir olan Atina’da yine grev vardı. Maalesef kötü bir zamanlamaya denk geldik çünkü çöpçüler grevdeydi ve etraf çöp yığınları ile doluydu.
Ayrıca hava sıcaklığı 40 derecenin üzerindeydi ve Cumartesi günü olmasına rağmen neredeyse tüm dükkanlar kapalıydı. Sadece kafe ve restoranlar açıktı. Şehrin görülmesi gereken noktaları aslında çok iç içe; plaka meydanının hemen 1 km kadar altında Atina’nın sembolü olan Akropol karşımıza çıktı. Ancak Akropole ulaşmak bir hayli zor oldu çünkü hem fazlaca basamaklı dar merdivenlerden çıkmak gerekiyor, hem de havanın sıcağında dışarıda nefes almak bile zorlanırken o merdivenler gözünde büyüyor. Kısaca “yukarıda bulunan şehir” anlamına gelen Akropolis isminin hakkını veriyor.
Akropolis
Akropolis içinde Parthenon tapınağı var. Hazinelerin saklanıldığı yer olan bu tapınak Osmanlıların hüküm sürdüğü zamanlarda cephanelik olarak kullanılmış ve patlama yaşamış. Daha sonra uzun yıllar restore edilmeye çalışılmış.
Akropolis’in içinde Herodes Atticus tiyatrosunu görebilirsiniz. Ayrıca bu tiyatro hala bazı etkinlikler için kullanılıyor.
Syntagma Meydanı
Diğer bir adıyla Anayasa Meydanı, şehrin kalbi diyebilirim. Bizim için Taksim Meydanı neyse Yunanlılar için de bu meydan o kadar önemli. Eğlence ve mitinglerini burada yapıyorlarmış.
Ulusal Arkeoloji Müzesi
Helenistik döneme dair ele geçirilen ne varsa, Yunanistan’ın her bölgesinden elde edilen eserlerin bulunduğu, dünyanın en kapsamlı antik Yunan içerikli müzesi burasıymış. Yunan imparatorluğundan Romalılara kadar olan döneme ait eserler mevcut. Giriş ücreti ise 7 Euro.
Akropolis’in hemen altında yemek yiyebileceğiniz güzel restoran ve kafeler mevcut. Hava öyle sıcaktı ki fırsat buldukça kendimiz serin bir restoran ve kafeye atmaya çalıştık.
Burada Yunanlıların bence en iyi yemeği olan Mousakka denedik, yolunuz Yunanistan’a düşerse, bizdekinden çok daha farklı ve zahmetli yaptıkları mousakkayı ve tarama mezelerini denemenizi öneririm. Ayrıca efsane Hellenic beer olan Yunan birası Mytos’u o kadar beğendim ki yanımda bir koli bira ile döndüm.
Fazla sıcak, kapalı dükkanlar ve çöp yığınları ile dolu sokakları nedeniyle biz Atina’yı pek sevemedik.
Bunun yerine size diğer bir alternatifli olan Rodos’un dahil olduğu turu tercih etmenizi öneririm. (Belirtmeliyim ki benim Yunan Adaları içerisinde favorim Rodos hem koyları, denizi hem de yeşilliği, gece hayatı ile Yunan Adaları içerisinde ilk görülmesi gereken yer bence)
Saat 19.00’da gemimize döndük ve Atina’yı arkamızda bıraktık. Sabah 7’de Çeşme limanına vardık. Tatilimiz bu şekilde sona erdi. Başka bir rotada görüşmek dileğiyle.
Hoşçakalın.
Mistik Sloth