17 Ağustos 1999 depreminden sonra ülkemizdeki riskli bina stokunun azalması yönünde birçok adım atıldı. İlgili devlet kurumları riskli binaların yenilenmesi için reform çalışmalarından hız kesmedi. Ancak aradan geçen 20 yıl sonunda yüzde yüz başarıya ulaştığımızı söylemek mümkün değil. Maalesef atılan her adımda, çıkarılan her kanun, yönetmelik gibi uygulamada çeşitli engellerle karşılaşıldı.
Deprem riskini ve çarpık yapılaşmayı ortadan kaldırmak için hazırlanan yönetmelik ve yasalar, maalesef hem bireylerin hem de firmaların kişisel çıkarları nedeniyle istenildiği şekilde ve ölçüde kullanılamıyor. ‘Kat Mülkiyeti Kanunu’nun ardına sığınan bireyler ise birkaç metrekare uğruna dönüşüm projelerini kilitleyerek yüzlerce hak sahibini tabut binalarda yaşamaya mahkum edebiliyor. Arsa sahipleri can güvenliklerini ikinci planda tutarak daha fazla rant ve pay derdine düşerken, kurumsallaşamamış firmalar kentsel dönüşüm için devletin sunduğu imkanları rant uğruna suistimal ediyor. Diğer taraftan mevcut ekonomik koşullarda bile; yaptığı sözleşmelere bağlı kalarak projelerini tamamlama gayreti içindeki müteahhitler her türlü fedakarlığı yaparken, kriz nedeniyle fizibilitesi kalmayan projelerdeki arsa sahiplerinin de şapkalarını önlerine alıp bir kez daha düşünmesi gerektiğine inanıyoruz.
20 -30 yıl önce riskli bina yapan müteahhitler hiçbir vicdani muhasebe yapmadı. Vicdani muhasebe yapmamasından öte kendi yaptıkları binalara çürük raporu alarak tekrar kentsel dönüşüm projelerinde yer alması daha da büyük suç işlediler. Maalesef her iki kesimin de yaptıkları yanına kar kaldı, kalıyor. İnşaat mühendislerinin tekrar değer kazandığı ve güvenli bina yapan Yapı Müteahhitlerinin sayısı giderek artıyor. Ancak bu olumlu gelişmeye rağmen rant uğruna 5-10 yıl önce kendi yaptığı binaya çürük raporu alarak yeniden inşa eden firmaların varlığı da devam ediyor.
Türkiye’deki yaklaşık 1,5 milyon riskli binanın dönüşümü için herkesin fedakarlık yapması gerektiğinin bir kez daha altını çizmek gerekir. Arsa/daire sahipleri değişen ekonomik koşullara göre hazırlanacak sözleşmelerde can güvenliğini ön plana alacak şekilde fedakarlık yapmalı. Yaptığı binalar depremde hasar gören, mevcut yönetmeliklere göre proje yapmayan müteahhitler zaman aşımı olmaksızın adalet karşısında hesap vermeli ve sektörden dışlanmalı.
Devletimiz ise son yıllarda ortaya çıkan ekonomik şartları göz önüne bulunduracak teşviklerle, kentsel dönüşüm için varını yoğunu harcayanlara destek vermeye devam etmelidir.
Deprem gerçeği ile daha hazırlıklı bir şekilde yüzleşmek için tüm ilgili resmi ve özel kurum ve kuruluşlara kanun ve yönetmeliklerde belirtildiği üzere görevler düşmektedir. Ancak tüketicinin de bu konuda artık daha bilinçli davranması gerekmektedir. Örneğin konut almak için seçimini yaparken, satış vaatlerine ve popülaritesine bakmaksızın projeyi kimin geliştirdiğine bakarak satın alması ve aldıktan sonra da projenin orijinal haline sadık kalması da son derece önemli bir husustur.
Nazmi Durbakayım
İnşaatçılar Derneği (İNDER) Başkanı