Teknoparkların gelişimi dünyada ilk kez 1952 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Stanford Üniversitesi’nin öncülüğünde kurulan ‘Stanford Research Park’ ile olmuştur. Araştırma ve geliştirme konusunda dünyada lider olan Silikon Vadisi efsanesinin başlangıç noktasının ve HP, Xerox, Google gibi teknoloji devlerinin burada doğduklarını da unutmayalım. Üniversitelerdeki bilgi birikiminin sanayiye aktarılarak, yüksek teknolojili ürünlere dönüştürülmesi amacıyla kurulan bu merkezin başarısındaki temel neden ise; üniversite ile iç içe olup Ar-Ge konularında inovasyonu besleyen kümeleşmeyi sağlamak olmuştur.
Teknoparklar ise bu başarının temeli olan kümeleşmeyi sağlayan fiziki çalışma ortamları olmanın yanında laboratuvar gibi daha özel kullanımları da bünyelerinde barındırıyorlar. Özellikle, yazılım teknolojileri için ofis tarzı çalışma ortamlarından pek de farkı olmadıklarını söyleyebiliriz. Teknoparkları elbette bina ya da gayrimenkul projeleri olarak değerlendirmemek gerekir fakat ana unsurları sağlayan teknoparkların çok başarılı gayrimenkul projeleri olabildiğini de görüyoruz. Üniversitelere yakınlığı ve ulaşılabilir konuma sahip olmaları dışında, tasarım açısından dikkat edilmesi gereken unsurlar ve aynı zamanda teşvik cazibesi de ön planda olmalı. Girişimlerin teknoparkları tercih etmelerindeki en büyük nedenlerden birisi teknoparkların özel statüsü ve şüphesiz devamında faydalanabilecek teşviklerdir.
Türkiye’de Haziran 2019 itibariyle 64’ü faal olmak üzere toplam 84 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde; 44 binden fazla Ar-Ge çalışanı ile birlikte 5 binden fazla şirket faaliyet gösteriyor. Bir diğer deyişle her biri araştırma, geliştirme ve genel anlamda inovasyon ile ilgilenen binlerce şirket. Teknoparklarda elde edilen ihracat ise 4 milyar doları geçmiş durumda. Ülkeye sağladığı katma değer ise oldukça önemli bir seviyede.
Özellikle İstanbul’da bulunan teknoparklara baktığımızda, hemen hemen tam dolulukta çalıştıkları dikkat çekiyor. Hatta bazılarında bekleme listeleri olduğunu görüyoruz. Bir diğer konu ise kira seviyelerinin, bulundukları bölge rayiçlerinin yüzde 20-30 civarı üzerinde olabilmesi. Bu bölgelere talep çok yoğun ve teknopark arzı mevcut haliyle bu talebi karşılayamıyor.
Tüm bunların yanı sıra teknoparklarda yer alan girişimler için bir çok teşvik bulunuyor. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu sayesinde KDV veya kurumlar vergisi gibi vergi muafiyetlerinin yanı sıra; teknoparklarda bulunan girişimler için farklı destek programlarından faydalanma fırsatı da doğuyor. Örneğin KOSGEB tarafından sunulan Girişimcilik Destek Programı ya da Ar-Ge ve İnovasyon Destek Programı kapsamında teknopark içi girişimler için yılda 30.000 TL’ye varan kira desteği mevcut. Ayrıca çok sayıda personel gideri desteği de bulunuyor. Bu küçük ölçekli bir girişimin neredeyse ofis kirasının tamamına denk gelen bir destek. Teknoparkların sunduğu kümeleşme ve girişimler arası etkileşim dışındaki en önemli faydalarının bu tarz finansal teşvikler olduğunu söylemek mümkün.
Peki Teknoparkların geleceği ne olabilir?
Kümeleşme çok önemli bir etken olduğuna göre Ar-Ge için de kümeleşmeyi sağlamak önemli avantajlar sağlayacaktır. Bu durumda sektöre ya da konuya göre uzmanlaşmış Teknoparkların gelişmesi kaçınılmaz olur. Örneğin Türkiye savunma sanayi sektöründe dünyada önemli bir oyuncu haline gelmiş durumda. Savunma teknolojilerini dünyaya ihraç ediyoruz. Bunun gelişimini sağlamak adına uzmanlaşmış Teknoparkların gelişmesi olmazsa olmaz. Bu arada Silikon Vadisi’nin oluşumunda savunma sanayinin destekçi olduğunu unutmamak gerekir. Diğer taraftan gündemde yerini koruyan İstanbul Finans Merkezi için de benzer bir oluşumun gerekli olduğunu düşünüyorum. Uluslararası bir finans merkezi olmak için finans dünyasını, eğitim ve FinTech yani finans teknoloji sektörünü bir araya getirmenin, bütünsel bir finans eko-sistemini oluşturmak adına önemli bir fırsat olduğu fikrindeyim. Bununla birlikte yakın zamanda yerli ve milli otomobilin tanıtımı ile birlikte otomotiv sektörü için de bu uzmanlaşmanın Ar-Ge tarafında oldukça etkin olacağını öngörmek yanlış olmayacakır.
Bu noktada eğitimin öneminin altını çizmek gerekir fakat aynı zamanda Ar-Ge faliyetlerinin niteliğini arttıran teknopark oluşumlarının; bağlı oldukları eğitim kurumlarını da ciddi anlamda olumlu şekilde etkilediklerini görüyoruz. Ayrıca sunduğu imkanlar sayesinde teorik eğitimin yanında uygulama yapma olanağı da sunuyor.
Teknoparkların kümeleşmesi sayesinde oluşturdukları çekim gücü, çok daha farklı kullanımlara da yol açabilmekte. Örneğin ortak çalışma alanları ya da girişimcilere yakın olmaları gereken yatırımcı ve danışmanlar için hazır ofis alanları gerekli. Ayrıca tanıtım, sunum ve etkinlikler için kullanım alanlarının gerektiğini görüyoruz. Bu durumun eko-sistem olarak değerlendirilmesi ve bir girişimcinin odağı kaybolmadan projesini geliştirebilmesi için tüm ihtiyaçların en rahat şekilde karşılanmış olması gerekiyor. Ulaşım burada ne kadar önemli ise görüşme ve toplantı alanları gibi yeme-içme, eğlence, sosyalleşme ve rekreasyon da oldukça önemli.
Girişimcilere yeni teknolojiler geliştirmeleri için uygun şartlarda doğru yer ve uygun alt yapılı fiziki ortamları sunmak gerekir. Tamamıyla teknoloji geliştirmeye odaklanmalarını sağlamak kritik önemde.
Özetle, Türkiye’nin daha fazla teknoparklara ihtiyacı var. Eğer bunu sağlayabilirsek; girişim eko-sistemine, Ar-Ge faaliyetlerine, ülke ekonomisine ve eğitim sistemi kalitesine kuşkusuz büyük katkısı olacaktır.
Cushman & Wakefield
Yönetim Kurulu Başkanı
Tuğra Gönden