19 Kasım 2024 Salı
Ana SayfaHaberMakedonya'ya bir yolculuk hikayesi.. (Üsküp - Kosova Gezi Yazısı)

Makedonya’ya bir yolculuk hikayesi.. (Üsküp – Kosova Gezi Yazısı)

27 Kasım akşamı Taksim havaş otobüsleri ile Makedonya yolculuğumuz başladı. Burası ile alakalı açıkçası pek bir fikrimiz yoktu. Pegasus’un kampanyalı biletini bulunca ani bir kararla bilet almaya karar verdik. Biletimiz Priştine’ye idi. Daha sonra araştırma yaptığımızda Priştine’den yarım saatte bir Üsküp’e otobüs olduğunu öğrendik ve oraya geçmeye karar verdik.

1.GÜN

27 Kasım akşamı Pegasus ile 1 saat 40 dakikalık uçuş ile Kosova’nın başkenti Priştine’ye vardık. Saat olarak bizden 2 saat geri oldukları için Kosova’da saat Türkiye’de uçağa bindiğimiz saatten daha gerideydi. Bir nevi zamanda yolculuk yapmış olduk ☺ Uçaktan indikten sonra her şey çok hızlı gelişti. Hiç beklemeden ve hiçbir sorgu yapılmadan ülkeye giriş yaptık. 5 dakika içerisinde valizimizi teslim aldık. Hayatımda ilk kez bir ülkeye bu kadar hızlı ve kolay girdim diyebilirim. Vardığımız saatte otobüs duraklarına giden bir otobüs olmadığı için taksi ile 15 Euro’ya anlaşarak otelimize geldik. Sabah erken saatte Üsküp’e geçmeyi planladığımız için otobüs duraklarına yakın 5 dakika mesafede yer alan Bus Station Hostel’de konaklamayı tercih ettik.

2.GÜN

28 Kasım sabahı erken saatte hazırlanarak otobüs durağına gittik. Üsküp biletini gişeden veya otobüse binince alabilirsiniz. Bilet fiyatı kişi başı 5 Euro. Yol 1 saat 40 dakika kadar sürüyor ancak sınırda hiç otobüsten inmeden de olsa beklediğimiz için 2 saat 20 dakika süren bir yolculuk sonunda Üsküp’e ulaştık. Otobüs Türk Çarşısı’na yürüme mesafesi kadar yakın bir yerden geçiyordu. Oradan 5 dakika kadar yürüyerek merkeze vardık. Gelince ilk olarak para bozdurduk çünkü para birimleri Makedonya dinarıydı. Daha sonra birçok yerde Euro olarak da ödeme kabul ettiklerini fark ettik. (2019 itibariyle 1 makedon dinarı=0.10 TL)

Para bozdurmak için geldiğimiz yer Şehrin en önemli turistik noktası olan Türk Çarşısı’ydı. Daha sonrasında kahvaltı etmek için buradaki dükkanlardan birinden börek ya da onların deyimi ile burek aldık ☺ Çarşıdan çıkıp meşhur Taş Köprü’den geçip otelimize geldik. Otel dediğime bakmayın, öyle ayrı bir resepsiyonu falan yoktu. Daha sonra odamıza yerleşip telefonumuza “Lonely Planet” isimli uygulamayı indirdik. Ben gelmeden önce nerelerinin gezilmesi gerektiği ile ilgili biraz araştırma yapmış olsam da, bu uygulama önceliklerimizi belirlemede oldukça işimize yaradı. Gezmeye ilk olarak yemek ile başlamak istediğimiz için buranın en meşhur köftecisi olan Destan’a geldik. 1 porsiyonda 10 tane köfte var. Onlarda kebap diye geçiyor. Bir de kocaman içi peynirli Pleskavitsa adında yöresel bir köfteleri var. Biz tadına bakmak adına ikisinden de birer porsiyon söyledik, yanına lahana salatası ve ayrana toplam 720 makedon dinarı yani 72 TL ödedik. Şunu belirtmeliyim ki burada et yemek bizdeki gibi lüks sayılmıyor.

Yemeğimizi yedikten sonra şehirde görülmesi gereken müzeleri gezelim dedik ve ilk olarak Ulusal Galeri’yi görmek istedik ancak orası tadilatta olduğu için kapalıydı. Daha sonra hemen yakınlarında yer alan Holokost Müzesi’ne gittik. Kişi başı 100 makedon dinarı (10TL) giriş ücreti vardı. Müzeyi gezmek yaklaşık 45 dakika kadar sürüyor. Önemle görülmesi gereken bir müze olmasa da Makedonların  tarihini öğrenmek için güzel bir seçenekti.

Buradan çıktıktan sonra hemen karşısında, Taş Köprü’nün yanında yer alan Arkeoloji Müzesi’ne gittik. Ancak buranın da yarısı tadilat sebebi ile kapalıydı. Ücreti normalde 300 Makedon dinarı iken bizden 150 Makedon dinarı aldılar. Yani kişi başı 15 TL ücret verdik. İçerisinde eski  zamanlardan kalma eşyalar,paralar,güveçler, takılar ve mezarlar vardı. Aslında İstanbul’daki Arkeoloji müzesinden hiçbir farkı yoktu diyebilirim.

Buradan çıktıktan sonra saat 6 olmuştu ve hava iyice kararmıştı. Bu arada belirteyim ki bu şehirde hava saat 4’te kararmaya başlıyor. Gündüz güneşli ve ılık diyebileceğimiz hava gece yerini kuru soğuğa bırakmış olacağından içimiz ısınsın diye Türk Çarşısı’nda bir mekanda oturup çay içtik ve tabiki yanında balkanların meşhur tatlısı olan Trileçe yedik. Ertesi gün için Matka Kanyonu’na nasıl gideceğiz diye düşünürken çarşıda bir Türk ile karşılaştık ve bize tur yaptığını, minibüs ile Matka Kanyonu ve Makedon Köyü’nü kapsayan turu kişi başı 22 Euro’ya düzenlediğinden bahsetti. Biz de nasıl gideceğiz diye fazla düşünmek istemediğimiz için adamla ertesi gün yapılacak tur için anlaştık. Biraz ısındıktan ve turu da ayarladıktan sonra Makedonya Meydanı’ndan geçerek şehrin arka sokaklarını dolaştık. Akşam yemeğinde buranın geleneksel yemeklerinden denemek istediğimiz için, şehrin yıldızlı restoranlarından olan Nadzak isimli restorana geldik. Bu restoran şehrin meydanına 15 dakikalık bir yürüme mesafesinde yer alıyordu. Aynı bölgede geleneksel yemekleri tadabileceğiniz birçok farklı restoran seçeneği de mevcut. Yemek olarak sarımsaklı ciğer ve güveçte kuru fasulyelerinden söyledik.

 

Güzel bir akşam yemeğinden sonra burada yasal olan ve her köşe başında bulunan Casinolardan birine girdik. Ancak en az 500 Makedon dinarı ile oynamak gerekiyormuş. Biz de çok riske atmak istemediğimiz için kumarda kaybetmeden otelimize geldik. ☺

3.GÜN

Sabah erken saatte kahvaltı etmek üzere otelimizden ayrıldık. Şehrin tavsiye edilen kahvaltı mekanlarından birinde humuslu avokadolu sandviç söyleyerek paylaştık ancak arkadaşımın sandviçinin içinden büyük bir parça taş çıktı. Daha sonra orayı işleten kadına gösterdiğimizde bizden para almadı. Oradan çıkıp şehir meydanındaki bir fırından yine buranın meşhur yemeği olan pırasalı börek aldık. Biraz şehir meydanında dolaştıktan sonra çarşıdaki pastanede trileçe yedik, Türk kahvesi içtik ve sonrasında tura katılmak üzere anlaştığımız adamın dükkanına geldik. Bize çantalarımız yanımızda olduğu için siz arka koltukta seyahat edersiniz dedi ancak daha sonra arabanın yanına geldiğimizde minibüs dediği  station vagonlu binek araba olduğunu gördük. Yol 20 dakika kadar süreceğinden idare edebileceğimizi düşündük ancak bebek koltuğu gibi ve sıkışık olduğundan çok rahatsız olduk ve Matka Kanyonu’na geldiğimizde tura devam etmek istemediğimizi, dönerken bizi meydanda bırakıp öyle devam etmelerini rica ettik. Ancak bize turu satan adam bize turunu bozduğumuzu ima eden laflarda bulundu. Daha fazla tatsızlık olmasını istemediğimizden bizi geri götürdüklerinde 10 Euro vereceğimizi söyledik ve tura devam etmedik.

Matka turumuza  gelirsek; ülkenin en eski yapay gölü olan Matka Gölü, 5 bin hektarlık Matka Kanyonu içerisinde yer alıyor. Etkileyici doğası ve muazzam tonda yeşil ve berrak suyu görülmesi gereken bir yer diyebilirim. Türkiye’de cennet gibi çok fazla yer olduğu için bize aşırı şaşırtıcı gelmemiş olsa da Makedonlar için bir nimet sayılabilecek çok keyifli bir yerdi burası. Ufak teknelerle turlar var. Ücreti kişi başı 7 Euro. Yaklaşık 15 dakika kadar kanyonda tekneyle gezdikten sonra tekne kayalara yanaştı. Dünya’nın 7 harikasına aday olarak gösterilen ve dünyanın en derin su altı mağarası olan Vrelo Mağarası’nı görme imkanımız oldu.

Matka Kanyonu’nda geçirdiğimiz 1 buçuk saatin sonunda turumuza devam etmek istemediğimiz için meydanda indik ve Üsküp’ten ayrılmadan bir kez daha Destan’a gidip köftelerinden yedik.  Çok geç kalmadan Kosova’ya gitmek istediğimizden yola çıktık. Bilet fiyatı kişi başı 5 Euro idi. Bu sefer sınırı geçerken bizi otobüsten  indirdiler ancak çok sorunsuz şekilde geçiş yaptık. Akşam 5 buçuk gibi otobüs garına vardık. Buradan merkeze taksici ile anlaşarak 5 Euro’ya geldik. Daha sonra booking üzerinden bulduğumuz  Boulevard Prishtina isimli tesisin işletmecisi ile buluşmak için kendisini aradığımızda bize rezervasyonumuzu iptal ettiğini söyledi. Bir gün öncesinden ve aynı gün tekrardan geleceğimiz saati kendisine whatsapp üzerinden bildirmemize ve kendisinin bize “tamam bekliyoruz” demesine rağmen  birkaç saat öncesinden keyfine göre rezervasyonumuzu iptal etmesiyle şok geçirdik. Daha sonra bir kafede oturup kendimize diğer otelden çok daha güzel bir olan Sleep Inn Prishtina isimli oteli bulduk. Priştine’ye giderseniz tercih edilebileceğiniz en güzel otellerden biriydi, son derece merkezi, temiz ve konforluydu.

Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra akşam yemeği için Kosova’da yaşayan arkadaşlarımızla buluştuk ve yemekten sonra onların önerdiği bir bara gittik. Burada takıldıktan sonra otelimizde biraz dinlenip gece Kosova’nın gece hayatını görmek için bir kulübe gittik. Kulübe giriş ücreti 7,5 Euro’ydu.  Ertesi gün Prizren’e gideceğimiz için çok geç kalmadan otelimize döndük.

4.GÜN

Sabah 11 gibi hazırlanıp Prizren’e gitmek için yola çıktık. Yarım saatte bir Prizren’e otobüs var ve ücreti kişi başı 4 Euro. 12.00’deki otobüse yetiştiğimizden, yaklaşık 2 saat süren yolculuğun ardından saat 14.00 gibi Prizren’e vardık. Çok uluslu nüfusunun etkisiyle cami ve kilisenin yan yana olduğu, içinden nehir geçen ve köprülerle birbirine bağlı olan, benim Bursa’ya çok benzettiğim küçük bir kasabaydı burası. Çok aç olduğumuz için ilk olarak bir restoranda yemek yedik. Üsküp gibi burada da et yemek çok uygun ve yaygın. Kültürel yemekleri köfte olduğundan burada köfteye doyduk diyebilirim. Ardından görülmesi gereken noktaları işaretlediğimizden şehri keşfetmeye başladık.

Görülmesi gereken yerlerin başında Taşköprü geliyor, zaten taş köprüden geçmeden diğer yerlere ulaşmak imkansız ☺ Taşköprü’nün hemen yanında Sinan Paşa Camii yer alıyor. Onun biraz üstünde,  kaleye yakın konumda Aziz Arhancel Manastır’ı yer alıyor. Manastır’ın yakınında Sırp Ortodoks Kilisesi ve en tepe konumda ise Prizren Kalesi yer alıyor. Prizren Kalesi’nin taşlık, yokuş yolundan her ne kadar korkmuş olsam da tepeye çıkınca çok güzel bir manzara bizi karşıladı.

Kaleden indiğimizde hava kararmış olduğundan ve son otobüs saati 7 olduğundan, Gazi Mehmet Paşa Hamamını gördükten sonra otobüs garına doğru yola koyulduk. Akşam saat 9 gibi Priştine’ye ulaştık.

Otobüs istasyonundan merkeze kadar yaklaşık 15 dakika kadar yürüdük, yolumuzun üzerinde  Bill Clinton bulvarı ve Rahibe Teresa Katedrali’ni gördükten sonra merkez olan Rahibe Teresa Caddesi’nde  yöresel yemekler yapan bir restorana girdik. Daha sonra buranın macchiatolarının çok meşhur olduğunu duyduğumuz için denemek istedik ancak kafelerin hepsi akşam 10’dan sonra yalnızca içki servisi yapıyorlarmış. Bu yüzden kahvemizi de havaalanında içmek üzere Priştine’den ayrıldık. Çok keyifli bir turun daha sonuna geldik. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere..

Mistik Sloth’tan sevgilerle

PROJE BİLGİ FORMU

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yapın

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen isminizi girin

Son Haberler

YAZARLAR

Ayla Özer
365 YAZI