Ülkemiz aktif fay hatlarının üzerinde yer alması sebebiyle hemen her bölgesinde deprem riski bulunmaktadır. Bir deprem ülkesi olarak Türkiye’de binaların depreme karşı ne kadar dayanıklı olduğu tartışmalıdır. Yaşanan depremler sebebiyle büyük can ve mal kayıpları yaşanmaktadır. En son yaşanan ve büyük hasarlara sebebiyet veren İzmir depremi sonrasında Müteahhidin hukuki ve cezai sorumluluğu konusu tekrar gündeme gelmiştir.
Konuyu yasalar açısından ele alarak değerlendiren Gayrimenkul Hukuku Uzmanı Avukat Elifnaz Özer, deprem sonucu oluşan zarardan müteahhidin sorumluluğunu şöyle özetledi:
Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu
Depremden doğan her hasardan müteahhit sorumlu değildir. Kural olarak müteahhitlerin gerekli özeni göstermemesinden ve ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden doğan zararlardan sorumlu olacağını belirtmek gerekir. Zira deprem yönetmeliği ve ruhsata uygun şekilde yapılmış ve gerekli özen gösterilmiş olmasına rağmen, özellikle çok şiddetli depremlerde binalarda hasar meydana gelebilecektir ve bunu tamamen müteahhide yüklemek hakkaniyete uygun olmayacaktır.
Müteahhidin sorumluluğunun doğması için binayı kural ve kaidelere aykırı yapmış olması beklenmektedir. Kullanılan malzemelerin uygun olmaması, kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, yıkanmamış deniz kumu kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, plan ve projenin uygun çizilmemesi gibi eksik, hatalı yapılması ve bu eksiklikte müteahhidin kusurlu olması gerekmektedir.
Müteahhidin kusuru arsa sahibinin teslim esnasında görebileceği ayıplarsa, arsa sahibinin inşaatı o haliyle kabul ettiği varsayılacağından müteahhidin sorumluluğu daha dar olacağı kabul edilmektedir. Görünmesi güç gizli kusurlarda ise müteahhidin sorumluluğu devam etmektedir.
Müteahhidin binaları ruhsat ve deprem yönetmeliğine uygun yapmaması ve gerekli özeni göstermemesi halinde kusurlu olduğu kabul edilmekte, Türk Hukukunda ve Yüksek Mahkeme Kararlarında haksız fiil olarak nitelendirilmektedir ve haksız fiili sonucu meydana gelen bir yıkım ve zarar olur ise aralarında illiyet bağı olduğu kabul edilecektir. Bu halde müteahhidin hukuki sorumluluğu haksız fiil sorumluluğu olarak gündeme gelecektir. Yüksek Mahkeme kararlarına göre müteahhit tarafından yapılan binanın yıkılması halinde zaman aşımı binanın tesliminden değil, binanın yıkılma tarihinden başlayacaktır. Bu durumda müteahhit kusurluysa ve müteahhidin kusurundan dolayı binada yıkım meydana geldiyse arasında illiyet bağı kurulacağından müteahhitten haksız fiil sorumluluğundan kaynaklı olarak on yıl içinde tazminat istemiyle dava açılabilecektir.
Yüksek mahkeme kararları ışığında; müteahhidin ağır kusur veya hile ile ayıbı gizlemesi sonucu depremde binasında hasar oluşan hak sahiplerinin süre ile bağlı olmaksızın müteahhitten zararlarının tazminini isteyebileceği kabul edilmektedir. Müteahhidin hayatta olmadığı halde ise tazminat istemini mirasçılarına karşı ileri sürebileceği kabul edilmektedir.
Müteahhidin Cezai Sorumluluğu
Müteahhidin cezai sorumluluğu açısından illiyet bağının kurulup kurulamayacağı önem teşkil etmektedir. Yapı uygun şekilde yapılsaydı hiç doğmayacak bir yaralanma veya ölüm meydana geldiyse burada söz konusu illiyet bağının kurulduğundan bahisle müteahhidin cezai sorumluluğu doğacaktır. Bu halde müteahhidin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi sebebiyle kusurlu davranışı ile öngörülemeyecek şekilde bir başka kimsenin hayatına son vermesi durumu söz konusu olacağından Türk Ceza Kanunu’nun 85.maddesinde yer alan “Taksirle Öldürme” veya ölüm gerçekleşmese bile yaralanmasına sebebiyet vermesi durumunda 89.maddede yer alan “Taksirle Yaralama” suçu oluşacaktır. Önemle üzerinde durulmalıdır ki müteahhidin taksir niteliğinde bir kusurunun olup olmaması önemlidir. Müteahhit her ne kadar gereken özeni göstermiş olsa dahi binada depremin şiddetinden kaynaklanan hasar meydana gelmiş olur ise bu halde kusurdan söz edilemeyeceği için müteahhidin sorumluluğu doğmayacaktır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, deprem sonucu binanın yıkılması halinde zamanaşımı, binanın yıkılma tarihinden başlayacaktır. Zira söz konusu suçlar zarar suçları olup, hareket ve netice birbirinden ayrılabileceğinden suçun oluşumu için neticenin meydana gelmesi gerekmektedir.
Haksız fiilin aynı zamanda suç teşkil ettiği durumlarda, ceza zaman aşımı süresinin uygulanması öngörülmüştür. Bu düzenlemenin amacı cezalandırmanın tazmin yükümlülüğüne karşı daha ağır olması ve bu sebeple tazminat davasının daha önce zaman aşımına uğramasının tutarlı olmayacağı ve adalet duygusuyla bağdaşmayacağıdır. Bu düzenleme sebebiyle, ceza davası açma hakkı devam ettiği sürece tazminat davası da zaman aşımına uğramamaktadır.
İdarenin Sorumluluğu
Ülkemiz geniş bir kısmı aktif fay hatlarının yer aldığı deprem bölgesinde bulunduğundan, depremin önlenmesi mümkün olmasa bile, nerelerde deprem riski olduğu öngörülerek, idarece gerekli tedbirler alınarak zararın asgariye indirilmesi sağlanabilir. İdarenin alması gereken tedbir ve önlemleri almaması sonucu, depremde meydana gelecek zararlarda idarenin hizmet kusuru sebebiyle sorumluluğuna gidilebilecektir.
İdarenin sorumluluğu, kusurlu ve kusursuz sorumluluk olarak ikiye ayrılmaktadır. Kusurlu sorumluluğun temelini ise hizmet kusuru oluşturmaktadır. Hukukumuzda hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte olup, ortaya çıkan zararın idare tarafından tazmin edilmesi gerekmektedir.
Deprem sonucu ortaya çıkan zararlardan dolayı birinci dereceden sorumluluk idareye aittir. Deprem sebebiyle idareye karşı açılacak davalar 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince tam yargı davalarıdır. Buna göre, “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir”
Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları konusunda idarelerin üzerilerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır.
Mücbir sebep, öngörülemeyen ve karşı koyulamayan olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Öngörülemezlik, karşı konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır. Fay hatlarının geçtiği bölgelerde, yerleşmelerle ilgili alanın belirlenmesi, bu yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idarenin herhangi bir tedbir almaması, bir başka deyişle idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemeyecektir. Yüksek Mahkeme kararlarında da deprem bölgesi olarak nitelendirilebilecek bölgelerde yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı gereken tedbirleri alması gerektiğini ve idarenin bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları, denetim ve kontrolleri yapmadığı takdirde mücbir sebebe dayanarak sorumluluktan kurtulamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Sonuç
Ülkemizin deprem bölgesinde olması sebebiyle bu doğal afetle sıkça karşı karşıya kalmaktayız. Deprem sonucu meydana gelen zararlar sebebiyle müteahhidin ve idarenin kusurları oranınca sorumluluğu gündeme gelmektedir. Sonuç olarak depreme karşı alınan tedbirler konusunda, ülkedeki herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve bunun toplumsal bir sorumluluk olduğunun bilincine varması gerekmektedir. İdarenin denetimlerini daha sık ve dikkatli yapması ve kanun koyucuların daha caydırıcı düzenlemeler yapması insanları daha bilinçli ve tedbirli hareket etmeye teşvik edecektir. Deprem her ne kadar kaçınılmaz bir doğal afet olsa da, depremden dolayı meydana gelebilecek zararlardan gerekli önlemleri alarak kaçınabileceğimiz unutulmamalıdır.