Şehirleri şehir yapan oradaki yaşanmışlıklar, tecrübeler bırakılmış izler, anılar, sanatsal dokunuşlar insanın ve doğanın dönüştürdükleridir. Dokunulmamış bir toprağın ya da insan eli değmemiş bir yerin yaşanmış bir şehir kadar değeri olamaz. Çünkü burada doğulmuş, ölünmüş, maceralar kazanılmış, insanlar adına yeni adımlar atılmıştır. Şehri şehir yapan içinden gelip geçen hayatlardır.
İnsanlar için yeni bir mobilya mı yoksa bin yıllık bir eşya mı daha kıymetlidir? Elbette bin yıllık eşya daha kıymetlidir. Geçmiş çağlardan bugüne ulaşan, arkeolojik kazılarla bulunmuş bir kaşıkla, şimdi bir makinenin üretimi karşılaştırılamaz bile. O insanlığın ilklerindendir.
“Aidiyet, sadakat ve mülkiyet”
Tarihimiz bizi atalarımıza atalarımız da bizleri saygınlığımıza bağlar. Binlerce yıllık geçmişini bilen ve o dönemlerden anılarını taşıyan belki de, yüzlerce yıllık eşyaları olan bir aile mi köklü, derin ve anlamlıdır yoksa geçmişini unutmuş, kendi anne ve babasından öncesini hatırlamayan bir aile mi? Elbette binlerce yıllık soyu ile bağlantısını devam ettiren kişinin çok daha farklı bir algısı ve konumu vardır.
Bir aileyi aile yapan yaşanmışlıklarsa, bir ilişkiyi, evliliği, kardeşliği, dostluğu ve akrabalığı oluşturan da yaşanmışlıklardır. Atalarımız, geçmişimiz, tarihimiz farklı içsel mekanizmaları canlı tutar. Aidiyet, sadakat ve mülkiyet bilinci oluşturur.
Bu açıdan, bir toplumun şehrinde bıraktığı her bir iz korunmalı sahip çıkılmalı gelecek nesillere bırakılmalıdır. Bundan binlerce yıl sonra da bizlerin bıraktıkları, soylarımız tarafından incelenmek üzere bir hazine olacaktır. Dünyadaki pek çok insan bir yere gitmeden önce oradaki tarihi izleri inceler. İstanbul’daki binlerce yıllık izler ve her gün daha da ortaya çıkan geçmiş kalıntılar İstanbul’u İstanbul yapmaktadır.
İstanbul, camileri diğer ibadethaneleri, çeşmeleri, günümüze kadar ulaşmış yapılarıyla çok önemli bir kent. Bunun yanı sıra İstanbul’un yer üstünde olduğu kadar yer altında da tarihi var. İstanbul’un altında binlerce yıllık, keşfedilmeyi bekleyen şehirler, tüneller var. Ayasofya’nın altında, Büyük Adaya kadar giden tüneller olduğu söyleniyor. Binlerce yıllık gemiler İstanbul’un etrafında, suyun altında yatıyor; her bir konağının, sarayının, köşkünün etrafında inanılmaz değerde tarihi eserler çıkıyor. Bizim sokaklarımızda, her gün yanından geçtiğimiz tarihsel dokular, sanat eserleri, taşlar var.
İnsanlar ülkelerindeki kendi kendilerine yaptıkları bir metal parçası ile övünürken onları tarih olarak görürken bizlerin dört bir yanımızda binlerce yıllık tarih yaşıyor. Onlara dokunuyoruz, kullanıyoruz. Bu tüm İstanbullular için büyük bir şans.
“Son zamanlarda şehircilik, kentsel dönüşüm adı altında İstanbullu için çok önemli binalar yıkılıyor ya da özelleştiriliyor.”
Yaşadığımız astrolojik dönemde bir değişim ve dönüşüm dönemindeyiz ve bu değişimlerin ev, toprak ve yapılar üstünde olacağı astrolojik olarak görünüyor. Lakin bizleri bu değişime iten faktörleri iyi analiz ederek, tarihsel ve doğal dokuyu korumalıyız. Sonuçta bir şehirde ne kadar tarih varsa o kadar değer vardır. Geçmiş doku bozulmadan restorasyon gerçekleştirmek üstüne Türkiye’de üniversitelerimizde oldukça uzman kişiler var onların önderliği bu çalışmaları daha değerli bir hale getirecektir.
İnsan dostu şehirler için yerel yönetime ve tabii ki devlet büyüklerimize bakış açılarını değiştirmelerini öneriyorum. Yapılan yapılaşmalarda insan psikolojisine, beden bilincine, bilinçaltına göre dizayn, dekorasyon ve inşaat göz önünde bulundurulmalı bu alanda feng shui uzmanlarına yada alanında profesyonel kişilere danışılmalı onlarla beraber ilerlenmesi gerektiğini savunuyorum.
Çünkü her bir halk o bölgenin yansıması olur zamanla. İklimi, doğası, astrolojik açıları… Bedensel şekillerinden, algısına, örf geleneklerinden, kültürüne her bir noktasını karışını belirler kişilerin. Onları bir sistem gibi görmek gerekir. Her bir sisteminde farklı parçaları vardır bu parçaları birleştirince o sistemi bulursunuz. Lakin her bir parçayı incelediğinizde sistemin kendisini bulursunuz. Özetle bu aslında birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için denilen bir gerçeği yansıtır. Bu gerçek, yargıladığımız her şeyin bizim yansımamız olduğu, korktuklarımızın da aşmamız gereken şeyler olduğudur.
“Sistemlerin muhteşem bir işleyişi, bu işleyiş içinde de her şeyin kusursuz algısı vardır”
Bu büyük sistem içinde halka ait olan şeyler halktan alındığında kolektif bilinç, eksikliği algılar ve onun yerinde bir boşluk açılır… Eğer belli bir zaman içinde boşluk dolmaz ise sistem boşluğu doldurmak için oraya bir tür çekim sağlar; bu çekimle birlikte farklı sonuçlar görebiliriz. Hayatta hiçbir şey iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış değildir. Yapılan her şeyin bir nedeni, olan her şeyin bir açıklaması vardır. Sistemlerin muhteşem bir işleyişi, bu işleyiş içinde de her şeyin kusursuz algısı vardır. Büyük sistemlerin içinde her zaman onları koruyan faktörler ortaya çıkar. Yaşadığımız dönem bir değişim ve dönüşüm dönemi. Hepimiz bu dönemde sisteme maksimum katkı içinde olmalıyız.