Marmaray ve hızlı tren projeleri nedeniyle 2013 yılında kapatılarak atıl halde bırakılan Kadıköy sınırları içinde kalan 6 adet tarihi tren istasyonundaki binaların kamunun kullanımına tahsis edilmesi gerektiğini belirten Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, bu yapıların müze, kütüphane, kültür ve sosyal yaşam merkezine dönüştürmek üzere belediyeye tahsis edilmesi için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na çağrıda bulunmuştu.
Gazete Kadıköy muhabiri Samet Akten de tarihi tren istasyonlarının kültürel ve mimari özellikleri ile kentsel gelişime olan katkılarını Kadir Has Üniversitesi Kültür Varlıklarını Koruma Doktora Programı Koordinatörü ve Mimarlık bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yonca Kösebay Erkan‘a sordu.
Akten’in röportajında Erkan’a yönelttiği sorular ve yanıtlar şöyle:
Akademik çalışmalarınızda dünya miras alanları, demiryolu mirası, kentsel koruma ve toplumsal katılım konularına odaklanıyorsunuz. Demiryollarının kültürel mirasımız açısından önemi nedir?
Kadıköy sınırlarından geçen bu demiryolunun ilk inşa edildiği 1872 yılında Haydarpaşa’dan Bostancı’ya, Gebze’ye kadar olan araziler bütünüyle boştu. Bağlık olarak kullanılıyordu ve çok nadir yapılaşmanın olduğu bir bölgeydi. Demiryolu bu bölgenin iskana açılmasına, yapılaşmasına neden oldu. O dönemde istasyonlar, bu boş arazilerin içinde bir çekim merkezi noktasında. Hemen yanlarına bir cami, bir eğitim birimi gibi kamusal binaların da gelmesiyle bir çekirdek halinde gelişmeye başlıyor. Ve istasyon caddesi adını verdiğimiz bir aksla yerleşim alanına bağlanıyor. Bu istasyon caddelerinin de ticari faaliyetlerle geliştiğini yıllar içinde biliyoruz. Bu boş alanlar İstanbul içinde iskâna açılırken Anadolu içlerinde istasyonların çevresinde göçmenlerin yerleştirildiğini biliyoruz. O anlamda hem kentleşmeye hem sanayileşmeye büyük katkısı sağlıyor demiryolları.
Tarihimizde böyle önemli bir yeri ve katkısı bulunan demiryolu hattındaki istasyon binaları ise uzun yıllardır kullanılmıyor. Hatta bazı tarihi istasyon binalarının metruk bir halde olduğunu görüyoruz. Demiryolu mirası açısından ne durumdayız sizce?
Şu an çok sevindirici bir noktada değiliz maalesef. Marmaray projesi, tarihi demiryolu istasyonlarını atıl duruma düşürdü. En başta Haydarpaşa ve Sirkeci garları olmak üzere güzergâh üstündeki diğer istasyon yapıları da kullanım dışı kaldı. 2000 yılından beri Marmaray ile ilgili çeşitli plan, proje çalışmaları yapılmasına rağmen bu yapıların nasıl kullanılacağına dair bir tasarruf, geçen süre içinde hiç geliştirilemedi. Bu açıdan oldukça şanssız bir konumda demiryolu yapıları.
Yetki ve sorumluluk, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın değil mi?
Tarihi istasyon yapıları, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’na ait. Bu açıdan bakımı ve korunması ile ilgili sorumluluk da onların. 2000’li yıllara kadar bu yapıların düzenli bakım ve onarımları yapılıyordu. TCDD’nin içinde ilgili birimler bu yapıların ayakta kalması için ciddi sorumluluklar alıyorlardı. Ancak özellikle 1999 Depremi’nden sonra tarihi yapılar kaderlerine terk edildi.
Bunun yerine neden asıllarına uygun olarak restore edilmiyorlar? Bugünkü durumlarının sebebi mi maliyet mi, ihmal mi, ilgisizlik mi?
Şöyle bir anlayış hakim olabiliyor, doğru olmamakla birlikte… “Bu yapıların restorasyonları çok maliyetli olacak, yapılan masrafa değecek bir sonuç elde etmek mümkün olmayacak. O yüzden onları kaderlerine terk edelim, yapıları doğal süreciyle tahrip olmaya terk edelim” gibi bir yaklaşım söz konusu. Ama bu yapıların hem mimari özellikleri hem tarihsel özellikleri hem toplumun sahip olduğu kolektif hafıza açısından çok büyük önemi var. O yüzden yaşatılmalarında ve topluma kazandırılmalarında büyük fayda var. Osmanlı döneminde yapılan demiryolları büyük borçlar alınarak inşa edildi. O yüzden bizim dedelerimiz, anneannelerimiz, büyüklerimiz bütün bu borçları alın terleriyle ödediler. Bu yapıların tümü kamuya aittir, serbest bir şekilde kullanıma açılmalıdır.
Tarihi tren istasyonlarının mimarının Alexandre Vallaury olduğunu biliyoruz. Bu yapıların mimari özellikleri için neler söyleyebilirsiniz?
Kızıltoprak’tan başlayarak Gebze’ye uzanan tarihi istasyonların mimarı Alexandre Vallaury. Bugün İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılan Düyun-u Umimiye binasının ve aynı zamanda Büyükada’daki yetimhanenin mimarı. İstanbul için çok önemli katkılar vermiş değerli bir mimar Vallaury.
Binaların mimari özelliklerine değinecek olursak üçlü bir planlama düzenine sahip diyebiliriz. Ortada yer alan bölüm yükseltilmiş ve genelde iki katlı olarak planlanmış. Yandaki kanatlar tek katlı ve yolcu bekleme alanları olarak düşünülmüş. Üst katların da lojman olarak kullanıldığını biliyoruz. Giriş katın yolcular tarafından kullanımıyla da ilgili ilk yapıldığı dönemde şöyle bir planlama ilkesi var. Birinci sınıf yolcu salonları ve bunlara eklenen kadınlara özel haremlik bölümlerinin olduğunu da biliyoruz. Bu, Osmanlı’nın sosyal yaşamının bir yansıması olduğu kadar kadınlar açısından da önemli bir fırsatı temsil ediyor. Şöyle ki; Osmanlı döneminde kadınların seyahat özgürlüğü yok. Demiryolunun gelmesiyle birlikte kendilerine özel vagonların ve istasyon yapıları içinde ayrışmış mekânların olması, kadınların toplumsal hayata katılmasını hızlandıran bir faktör olmuş.
İstasyon yapılarıyla ilgili bir başka özelliğe değinmek gerekirse tuvaletlerin yaşanan mekânların içine alındığı ilk yapılar istasyon yapıları. Daha önce dışarıda konumlanmış istasyonlardaki tuvaletler ama yolcu binalarının içinde de tuvaletlerin planlandığı ilk bu yapılarda görebiliyoruz.
Kaynak: Samet Akten – GazeteKadıköy