Ekonomide yıkıcı etkiler yaratacak
Yıkılan yapılar, ölümle gelen işgücü kaybı, sermaye ve stok kayıpları, belirsizlikler, oluşan fiziki ve ruhsal şok nedeniyle üretimin durması ve hizmetlerin sunulamamasının büyük afetlerin olağan sonuçları olduğunu belirten Yazıcı, “Telafisi mümkün olmayan can kayıplarının yanında ikincil maliyetler ülke geneline büyük yük getirecek. İkincil maliyetler üretimin yapılamaması nedeniyle ülke ekonomisinde meydana gelecek makroekonomik ve mali bozulmalardır. Bu maliyetleri bina ve taşınmaz hasarları, vatandaşların ücret kaybı, köprü, karayolu, demiryolu, iletişim hasarları, üretim kayıpları, acil durum ve yeniden yapılanma, ürün talep miktarında azalış, vergi gelirlerindeki değişimlere bağlı olarak milli gelirde düşüş, enflasyonun yükselmesi, fırsat kayıpları, ihracat-ithalat dengesizliği, güvensizlik ve belirsizlik ortamı nedeni ile yatırımların durması olarak özetleyebiliriz” dedi.
Kamu maliyesini etkileyecek
Afetlerin kamu maliyesini de ciddi derecede etkileyeceğini ifade eden Yazıcı, şunları kaydetti: “Büyük afetler ülkelerin ekonomik dengelerini bozuyor. Olumsuz sonuçları minimuma indirmek için ülkeler fazladan kamu harcamaları yapmak zorunda kalıyor. Türkiye ekonomisinin GSYH ve tahakkuk eden vergi rakamlarına baktığımızda ve 1. derecede deprem riski taşıyan 4 büyük ili incelediğimizde olası bir deprem durumunda oluşabilecek zarar konusunda doğru bir fikir edinebiliyoruz. İstanbul tek başına GSYH’nın %31.2’sini oluştururken, tahakkuk eden vergi rakamı içinde payı 2018 yılında yaklaşık %43 seviyelerinde. Dört il toplamına baktığımızda, GSYH’nın %45.4’ünü dört ilin oluşturduğunu, tahakkuk eden vergi rakamının payının ise 2018 yılında yaklaşık %65,5 seviyelerinde olduğunu görüyoruz. Bu da İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Bursa gibi illerimizde olası bir deprem durumda büyük can ve mal kaybının yanı sıra ekonomik kaybın ülkemiz için ciddi boyutta gerçekleşeceğini gösteriyor. Bu gerçekler doğrultusunda 1. ve 2. derecede deprem riski taşıyan illerimizde rantsal değil kentsel dönüşüm acilen hayata geçirilmelidir.”
Rant düzeni son bulmalı
2006’da başlayan kentsel dönüşüm seferberliğinde beklenen büyük depreme yönelik can kaybını önlemek için yenilemenin değil, rant kazancının esas alındığını belirten Yazıcı, “Öncelikle bu zihniyet değişmeli ve ‘can güvenliği’ kavramı esas olmalı. Türkiye’de alınan vergilerin yaklaşık %43’ünü İstanbul sağlıyor. GSYH’nın ise %31’i İstanbul’dan geliyor. İstanbul’da beklenen deprem bu rakamları etkileyecek, ekonomik anlamda telafisi gelecek nesillere kalan büyük bir ekonomik yıkımı beraberinde getirecek. Çok değil birkaç ay önce çöken binadaki enkaz bir haftadan uzun sürede kaldırılabildi. Bahsettiğimiz sadece bir tane apartmandı. Yüzbinlerin zarar gördüğü, onbinlerce evin yıkıldığı bir depremde yardımın gelmesi günler, haftalar belki de aylar alacaktır” dedi.
Yapı kayıt belgesi yetmez
Bir başka ekonomik rakama bakıldığında 2018 sonu itibariyle Türkiye’de kullanılan toplam konut kredi rakamlarında İstanbul’un yaklaşık %31’lik oranla en önde olduğunu kaydeden Yazıcı, “Aslında ekonomi demek İstanbul’un direksiyonda olduğu bir araba demektir. Şoför kalp krizi geçirirse araç savrulur ve ne kadar hasar alabileceğini önceden kestiremeyiz. O halde ne yapabiliriz? Öncelikle bilinçlenmeli ve halkı bilinçlendirmeliyiz. Yapı kayıt belgesi almış mülk ‘güçlü yapı’ demek değildir. Binanın yıkılmasını bir kağıt parçası engelleyemez. Yapılarımızı acilen güçlendirmeliyiz. Yıkmadan güçlendirme hayatımıza girmeli. Yıkıp yapma ve yıkmadan güçlendirme konusunda kat maliklerine makul imkanlı krediler verilmeli. Yapı denetim sıkılaştırılmalı, kaçak yapı, kaçak alan ve kaçak kat kavramı bir daha gelmemek üzere hayatımızdan çıkmalı. Ne zaman ki kentsel dönüşüm bir rant aracı, bir milli piyango gibi görülmekten çıkar, o zaman gerçek kentsel dönüşümden bahsedebiliriz. Gayrimenkul sektörü ranta dayanan ilk dönem sınavından sınıfta kaldı. Artık yeni bir dönemdeyiz ve bu fırsatı iyi kullanmalıyız” görüşünü paylaştı.