Ülkemiz bir deprem ülkesi olup, maalesef sık sık yaşanan depremlerle büyük can ve mal kayıpları yaşanmaktadır. Yaşanan depremlerde birçok yapı ya ciddi zarar görmekte veya daha kötüsü yıkılmaktadır. Belli bir bölgede bulunan birçok yapı sağlam bir şekilde ayakta dururken yine aynı bölgede bulunan sadece bir kısım yapıların hasar görmesi söz konusu yapıların yapım/inşa sürecine bir takım sorunların olduğuna karine teşkil edecektir. Böyle bir durumda kusurlu olan müteahhitten zararın tazmininin istenebileceği açıktır.
- Sorumluluk hesabı yapılırken sadece müteahhitin sorumluluğuna değil statik proje müellifi gibi yapının yapılmasında ve sonrası denetiminde aktif olarak görev alan kişilerin de sorumlu olduğunun kabulü gerekecektir.
“Davacı kooperatif vekili, davalılar …, … ve …’ın kooperatif yöneticisi oldukları dönemde, kooperatif inşaatlarının, yüklenici davalı …’a yaptırıldığını, davalı …’ın da teknik uygulama sorumlusu olduğunu, yapının 26 daire, 1 kapıcı dairesi ve 1 toplantı salonundan oluştuğunu, 23.10.2011 ve 09.11.2011 tarihlerinde meydana gelen depremler sonucunda, AFAD tarafından 14 daire için yıkım, kalan diğer bağımsız bölümler için ise orta hasar kararı verildiğini(…) Dava, 23.10.2011 ve 09.11.2011 tarihli Van depremleri nedeniyle ağır hasarlanarak yıkılan ve orta hasar oluşan binaların maliki olan davacı kooperatifin, binanın imalinde kusurları olan davalılar aleyhine açtığı maddi tazminat istemine ilişkindir. (…)Yapı ruhsatında statik proje müellifi ve statik fenni mesul olarak görünen davalı …, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, binanın iyi projelendirilmemiş olmasından dolayı statik proje müellifi olarak %2, binanın statik projesine uyulmamasından dolayı statik fenni mesul olarak %25 oranında kusurlu bulunmuş ise de 07.10.2005 tarihinde statik projeyi hazırladıktan sonra 15.12.2005 tarihinde kamu görevine atanmıştır. Binanın yapı ruhsatının bu tarihten sonra 06.01.2006 tarihinde alındığı, inşaata başlandığı ve inşaatın resmi statik fenni mesul bulunmadan tamamlandığı anlaşılmıştır. Adı geçen davalının, resmi olarak kamu görevine başlamış olması, bu duruma ilişkin o tarihte bildirim yaptığı yönünde savunmada bulunması ayrıca bu tarihten sonra inşaatta fenni mesul olarak çalıştığına dair davacı tarafından bir iddia ve isbatda bulunmadığına göre, davalı …’ın statik fenni mesul olarak sorumlu tutulmaması, sadece statik proje müellifi olarak ( %2 oranında ) sorumluluğuna gidilmesi gerekirken, bu hususun gözetilmememesi hatalı olmuştur.” (YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020)
- Bir diğer husus ise tazminat miktarının belirlenmesi hususunda tazminatta zararın devlet tarafından karşılandığı miktarca indirim yapılması gerektiğidir.
“Bunun yanında, davalı tarafça, davacı kooperatife ve kendilerine mesken tahsis edilen üyelerine, kamu idarelerince çeşitli ayni ve nakdi yardımlar yapıldığı, kooperatif üyelerine uygun koşullarda konutlar verildiği savunulmuş olup, kooperatifin gerçek zararının tespiti açısından, ilgili kurum ve kuruluşlarla yazışmalar yapılarak, davacı kooperatif ile konutları yıkılan ve hasara uğrayan üyelerine yapılan her türlü maddi desteğin sorulması ve tespit edilen tutarların, işbu davada talep edilen maddi tazminattan mahsup edilmesi gerekirken, bu hususta gerekli inceleme ve araştırmanın yapılmaması doğru olmamıştır.” (YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020)
- Söz konusu hasara neden olan olayın da kusuru ne ölçüde azaltacağına bakılması gerekmektedir. Eğer ki herşeyin usulüne uygun yapılması durumunda dahi yapının yıkılması veya hasara uğraması kaçınılmaz ise bu durumda söz konusu tazminatta uygun bir hakkaniyet indiriminin yapılması da söz konusu olabilecektir.
“Diğer yandan, bina, plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin şiddeti gözönünde tutulduğunda binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. ( 06.03.2013 Tarih, 2012/786 Esas 2013/318 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu ilamı ) Bu itibarla, belirlenen tazminattan olay tarihinden yürürlükte bulanan 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 43. maddesi ( TBK 51/1 ) gereğince adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması da doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020)
- Müteahhitin ağır kusur veya hile ile ayıbı gizlenmesi ve bunun sonucu depremde binasında hasar oluşan hak sahipleri, süre ile bağlı olmaksızın müteahhitten zararlarının tazminini isteyebilir. Müteahhitin hayatta olmaması durumunda ise mirasçılarına karşı bu talebini öne sürebilir.
“(…)Dava, davacının, davalının müteahhitliğini yapmış olduğu ve 29.05.2019 tarihinde dava dışı kişiden satın almış olduğu taşınmazki ayıba ilişkin tazminat istemidir. (…) ayrıca dosya içerisinde mevcut bulunan Marmara Ereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/51 değişik iş sayılı dosyasında alınan tespit raporunun incelenmesinde binanın 25 yıllık bir yapı olduğu B Tipi mimari uygulama projesinin 02/04/1991 tarihinde tasdik edildiği anlaşılmış olup (…) Dava konusu taşınmazın davacıya satışı 6502 Sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonradır. Aynı kanunun 10. maddesinde ise herhangi bir ihbar yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yine aynı Kanunun 12. maddesinde ise zamanaşımına ilişkin olarak “Kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye teslim tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır. (2) Bu Kanunun 10. maddesinin üçüncü fıkrası saklı olmak üzere ikinci el satışlarda satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz.(3) Ayıp, ağır kusur ya da hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi yer almaktadır. Anılan düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda eldeki dava için zamanaşımı süresi dolmamış olup işin esasına girilirek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince bozma nedeni yapılan bu hususlar gözetilmeden davacının istinaf başvurusunun reddi ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle davacının temyiz itirazlarının kabulüyle Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 27/02/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi” (YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ, E. 2019/4333, K. 2020/2928, T. 27.2.2020)
- Söz konusu yapıların yapıldığı tarih itibariyle yürürlükte olan deprem yönetmeliğine uygun yapılması gerekmektedir. Müteahhitten sonradan yürürlüğe giren yönetmeliklere uygun imalat yapması beklenemez.
“Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporundaki değerlendirmeler 2007 tarihli Deprem Yönetmeliği’ne göre yapılmıştır. 1975 tarihli Deprem Yönetmeliği’nin yürürlükte olduğu sırada bu yönetmelik hükümleri çerçevesinde inşa edilen binada, yüklenicinin yapım ve teslimden sonra meydana gelen gelişmeleri bilmesi ve öngörmesi kendisinden beklenemeyeceğinden, sonradan yürürlüğe girip yüklenicinin sorumluluklarını arttıran aleyhe hükümlerin de yüklenicilere uygulanamayacağı açıktır. Bu nedenle yüklenicinin sorumluluğu ve özen borcu, binanın yapımı ve teslimi sırasında yürürlükte bulunan 1975 yılı Deprem Yönetmeliği hükümlerine göre değerlendirilmedir. Ne var ki dosya kapsamında bu yönde bir değerlendirme yapılmamış, eksik araştırma ve inceleme ile oluşturulan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulmuştur. O hâlde mahkemece yapılması gereken iş; bilirkişi yada bilirkişiler kurulu aracılığıyla gerektiğinde yerinde yeniden keşif yapılarak hüküm kurmaya ve denetime elverişli olacak şekilde rapor almak ve dava konusu, davalı yüklenici tarafından yapılan A blokta zararın bulunup bulunmadığı, zarar var ise; zararın kaynağı ve niteliği ile bu zarardan binanın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre davalı yüklenicinin sorumlu olup olmadığı hususu tespit edilerek, ortaya çıkan sonuca göre karar vermekten ibarettir. Bu nedenle direnme kararının bozulması gerekmiştir.” (YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/15-254, K. 2020/6, T. 14.1.2020)
- Ceza Hukuku açısından sorumluluğun belirlenmesi noktasında ise; söz konusu yapıyı meydana getiren müteahhitin, depremin meydana geldiği tarihte yapının maliki gözüken kişilerin ve denetim görevini yerine getirmeyen kamu çalışanlarının sorumluluğunun olduğunu unutmamak gerekir.
“Bu bilgiler ışığında sanıklar … ve …’ın, tapu sicilinde arsa vasfında kayıtlı olan, anca fiili durum itibariyle üzerinde kaçak nitelikte 5 katlı bir yapı olan taşınmazı 1/3’er oranda paydaş olarak satın aldıkları, sanıkların söz konusu yapının satın alma tarihleri itibariyle tapu sicilinde arsa vasfıyla kayıtlı olduğunu bildikleri, devam eden süreçte yapıyı usul ve yönetmeliklere uygun şekilde kayıt altına aldırmak için bir kısım işlemler yapmışlarsa da bu girişimlerini neticelendirmedikleri, sanıkların kaçak nitelikte olup meydana gelen deprem neticesinde yıkılan yapıyı usul ve yönetmeliklere uygun hale getirme niyet ve girişimlerinin ileride ortaya çıkabilecek resmi ve sanıklar arasında mülkiyete ilişkin oluşabilecek sorunları önlemeye yönelik olduğu, 1. dereceden deprem bölgesi sınırları içinde bulunan Van ilinin bu özelliğinin öngörülebilir nitelikte olduğundan şüphe bulunmamakla beraber sanıklar tarafından meydana gelen depremin ve bu deprem neticesinde kendilerinin de bizzat ikamet ettikleri yapının yıkılabileceğini öngörmelerinin beklenemeyeceği, bununla beraber deprem bölgelerinde yapılan inşaatların, inşa edilen yerin deprem risk durumuna göre sağlamlık ve direnç hesaplamalarının inşaatları bizzat projelendiren, sürdüren ve denetleyen kişilerce yapılması gerektiği, sanıklar … ve …’ın satın aldıkları ve deprem neticesinde yıkılan binanın kaçak nitelikte olduğunu bilmelerine rağmen inşa aşamasında etkin bir rol almadıkları, kaçak nitelikteki binayı satın alarak bir takım riskleri üstelen sanıkların meydana gelen neticede taksir düzeyinde sorumlu oldukları kabulünde tereddüt bulunmamakla, bir depremin meydana geleceği ve bu deprem neticesinde sahip oldukları binanın yıkılarak ölümlere sebebiyet vereceğini öngörmelerinin kendilerinden beklenemeyeceği gözetilmeden basit taksir düzeyinde sorumlulukları bulunan sanıklar hakkında TCK’nın 22/3. maddesinde tanımlı bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle fazla cezaya hükmolunması,SONUÇ : Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 Sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca hükmün isteme kısmen uygun olarak BOZULMASINA; 09.03.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” ( YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ, E. 2020/332, K. 2020/2497, T. 9.3.2020)
Tüm bu süreçlerde hak kaybına uğramamak adına bir avukattan hukuki destek alınması tarafların menfaatine olacaktır.
KAYNAK: ÇEBİ HUKUK & DANIŞMANLIK – Av. Taha Hüseyin Çebi