Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihi itibariyle “Pandemi” olarak ilan edilen Koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle birçok ülke hastalıkla mücadele kapsamında tedbirler aldı.
Bu olumsuz şartlar altında, ticari işletmelerin kapatılması yahut sosyal alanda getirilen idari kısıtlamalar sebebiyle tacirlerin ekonomik hayatı derinden etkilenmiş ve çok ciddi maddi zarara uğramıştır. Bu durumda ticari işletmeler için oluşan maddi zararın tazmini gündeme gelmektedir. Bu yazımızda, ticari işletmelerin maddi zararlarının tazmini mümkün müdür, eğer bu mümkünse tazminat yükümlülüğü nasıl ve kim tarafından karşılanacaktır, sorularını yanıtlamaya çalışacağız.
Tazminat kavramından bahsedebilmek için hukuka aykırı bir fiil olması, bunun neticesinde bir zararın oluşması ve fiil ile oluşan zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Tazminat kavramının idare hukuku kapsamındaki yeri Anayasa’nın 125 inci maddesinin son fıkrasında düzenlenmiştir.
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşurmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun, Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları Anayasa’nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmeti sebebiyle oluşan zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde tazmin edilmektedir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması, sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir.
Diğer taraftan, kusursuz sorumluluk hâllerinden olan tehlikeli faaliyetler, mesleki risk ve sosyal risk ilkelerinde idari işlem veya eylemin hukuka aykırı olması, idarenin mali yönden sorumlu tutulabilmesi için zorunlu bir unsur olarak görülmekte iken yine bir kusursuz sorumluluk sebebi olan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesinde ise idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için işlemin hukuka aykırı olması gerekmemektedir.
Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi olarak da adlandırılan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi, hakkaniyet ve nesafet düşüncesinden oluşmaktadır. İdarenin kamu yararının gerçekleştirilmesi amacıyla hukuka uygun şekilde tesis ettiği işlem veya gerçekleştirdiği eylemlerden toplumun bir kesimi veya tamamı yarar görürken bunlardan kaynaklanan külfetin sadece bir kesime yüklenmesinin adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağı kabul edilmektedir. Adalet ve hakkaniyet, idarenin kamuya yararlı işlem ve eylemlerinden doğan nimet ve külfetlerin topluma eşit bir şekilde pay edilmesini gerektirmektedir. Nimetlerinden tüm kamunun veya belli bir kesimin yararlandığı kamusal faaliyetlerin külfetlerine sadece belli kişilerin katlanmasını beklemek sosyal adalet ve ölçülülük ilkelerini de zedeler.
Bu düşünceler temelinde oluşturulan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi, Danıştay ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin tazminat taleplerinde sıklıkla başvurulan bir sorumluluk ilkesi olmuştur. Danıştay Sekizinci Dairesinin 8/2/2012 tarihli ve E.2010/4187, K.2012/429 sayılı kararında fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesine ilişkin şu tespitlerde bulunulmuştur:
“(…)fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi veya kamu külfetleri karşısında vatandaşların eşitliği ilkesi; idarenin, nimetleri tüm toplum tarafından paylaşılan hukuka uygun eylem ve işlemlerin külfetlerinin belli kişi veya kişilerin üzerine kalmamasını, uğranılan zararın idarenin bir kusuru olmasa bile tazmin edilmesini öngörmektedir. Kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince idarenin hukuka uygun eylemlerinden doğan zararı da tazmin etme yükümlülüğü bulunmaktadır.”
Danıştay Sekizinci Dairesinin 8/2/2012 tarihli kararına konu olayda, davacıya ait taşınmaz üzerinde kurulu bulunan tesisin davalı idarece yürütülen yol yapım çalışmaları nedeniyle zarar gördüğünden bahisle dava açılmıştır. İlk Derece Mahkemesi, idarenin kara yollarındaki güvenlik ve konforu artıran çalışmaları nedeniyle oluşan zararlardan idarenin sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Daire şu gerekçeyle kararı bozmuştur:
“(…) olayda da idare, kamu yararını gerçekleştirmek, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak için hizmet yürütmüş ve bir faaliyette bulunmuştur. İdarenin, bu hizmetinden tüm toplum yararlanacak olmasına karşın davacılar bir külfet altına sokulmuş ve kamu yararı lehine özel bir fedakarlığa katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bu şekilde bozulan kamu külfetlerinin dağılımındaki dengenin bir denkleştirilme ile yeniden kurulması gerekir. Bu denkleştirme ise kamu yararını gerçekleştirmek için girişilen bu hizmet nedeniyle zarara uğramış olan davacıların zararlarının idarece tazmin edilmesi suretiyle gerçekleşecektir.”
Yine benzer bir davada, davacıya ait taşınmaz üzerinde bulunan binaların önünden geçen yolun yükseltilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada davalı idare tarafından kamu yararına yönelik olarak yapılan yol düzenleme çalışmasından tüm toplumun yararlanması nedeniyle davacının uğramış olduğu zararın fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi çerçevesinde davalı idarece tazmininin gerektiği gerekçesiyle tazminata hükmeden İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır.(Danıştay 8. Dairesinin 4/6/2008 tarihli ve E.2008/2870, K.2008/4124 sayılı kararı)
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) kararlarında da fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi, idarenin mali sorumluluğu kapsamında değerlendirilmiştir. İDDK 19/2/2015 tarihli ve E.2013/509, K.2015/454 sayılı kararında, davacıya ait taşınmazların davalı idarece yaptırılan bölünmüş yol inşaatı sırasında su kanalının yıkılması nedeniyle sulanamaması sonucu uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davayı, idarenin eyleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden İlk Derece Mahkemesi kararını, idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı hususu yeterince araştırılmadığı gibi ayrıca kusuru bulunmasa bile “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ve “fedakârlığın denkleştirilmesi” ilkeleri çerçevesinde olayda idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunup bulunmadığının da araştırılmadığı gerekçesiyle bozmuştur.
Covid-19 kapsamında ilan edilen pandemi ve bu süreç içerisinde alınan idari tedbirler kapsamında birçok işyeri kapatılmış, idarenin sağlık kamu hizmetinden kaynaklanan sorumluluğu kapsamında toplumun büyük bir kısmının yararı gözetilerek alınan tedbirler bir kısmı için ciddi anlamda külfet oluşturmuştur. Bu nedenle toplumun bir kısmının diğer büyük bir kısmının yararına olacak şekilde büyük bir külfet altında bırakılması, dükkanlarının, işyerlerinin, mağazaların kapatılması, yukarıda açıklamaya çalıştığımız şekilde sosyal adalet ilkesi ile bağdaşmamakta, katlanılan bu külfetin hafifletilmesi, fedakarlığın denkleştirilmesi maksadıyla yukarıda açıkladığımız gerekçelerle devletin tazminat sorumluluğunun doğduğunu düşünmekteyiz.
Kaynak: ÇEBİ Hukuk & Danışmanlık – Av. Taha Hüseyin ÇEBİ