İMO Adana Şube Başkanı Nazım Biçer, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 15 yıl geçtiğini, 15 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara bölgesinin depremin yıkıcı etkisini yaşadığını hatırlattı.
Onbinlerce insanın hayatını kaybettiğini, yüzbinlerce insanın yaralandığını vurgulayan Biçer, “İnsanlar evsiz, hastanesiz, okulsuz kaldı; ülke ekonomisi telafi edilmesi mümkün olmayacak ölçüde ağır bir darbe aldı. Ülkemizde yapı stokunun güvenli ve sağlıklı olmaktan uzak olduğu, pek çok yapının kaçak olduğu ve mühendislik hizmeti almadan inşa edildiği bir kez daha açıkça görüldü. İlgili mevzuat yetersizdi, yapı üretim süreci denetlenmiyordu, yapı malzemeleri nitelikli değildi. Toplumda deprem bilinci yoktu, afet anına ve afet sonrasına ilişkin merkezi koordinasyon ve planlama mevcut değildi” dedi.
“DURUM FARKLI DEĞİL”
Tarih boyunca Anadolu coğrafyasının sayısız depremle sarsılmış olmasına rağmen 1999 yılında depreme hazırlıksız yakalanmanın başlı başına tuhaflığa işaret ettiğini kaydeden Biçer, “Defalarca kendini hatırlatan önlemler ne yazıktır ki ihmal edilmişti. Üzülerek söylüyoruz ki bugün de mevcut durum farklı değildir. Depremler olmadan önce önlemlerin alınması gerekliliğini sık sık vurguladık. Marmara Depremi’nin 15. yıldönümünde bir kez daha tekrarlamak istiyoruz: Doğa olayı olan depremin ülkemizde doğal afete dönüşmesi ve bir türlü önlem alınmaması sorunun kaynağını oluşturmaktadır” dedi.
Depremin bir doğa olayı olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşımın terk edilmesini isteyen Biçer, şunları söyledi:
“Yer hareketlerine ve zemine uygun yapı üretmenin depremi tehlike olmaktan çıkartacağı gerçeği görülmelidir. İnşaat mühendisliği, her zeminde ve her şart altında güvenli ve sağlıklı yapı üretebilen ve bunu örnek uygulamalarla kanıtlayan bir bilim dalıdır. Ülkemizi, kentlerimizi, yapılarımızı depreme karşı hazırlamanın iki temel yolu bulunmaktadır. İlki mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, güçlendirilmesidir. İkincisi ise yapı üretim sürecinin denetlenmesidir. İlki, mevcut olumsuzluğu azaltmayı amaçlamaktadır. İkincisi ise geleceği kazanmakla ilgilidir.
Ne yazık ki ülkemizde ayrıntılı yapı envanteri olmadığı için yapılarımızın olası bir depremde ne tür tepki vereceği bilinmemektedir. Ancak 1999 Marmara ve 2011 Van depremlerinde yapı stokumuzun iyi bir sınav vermediği açıktır. Yapı stokumuzun yüzde 60’ının 20 yaş ve üzeri yapılardan oluştuğu, bunların büyük bölümünün ise ruhsatsız olduğu ve mühendislik hizmeti almadan üretildiği bilinmektedir.
Bu gerçeklik, “kentsel dönüşüm”, “riskli yapı”, “riskli alan” gibi kavramları, bunlarla ilgili yasal düzenleme ve uygulamaları gündeme taşımış, uzun yıllar deprem tehlikesine karşı önlem almayan, adeta insanları deprem tehlikesi ile karşı karşıya bırakan siyasi iktidar, tek çare olarak gördüğü kentsel dönüşüm projelerini başlatmıştır. Ancak uygulama süreçlerinde görülen adaletsizlik, keyfilik, hukuksuzluk, yol açtığı mağduriyetler, kentsel dönüşüm projelerinin kentlerimizi depreme hazırlamak yerine kentsel değerlerin sermaye gruplarının kullanımına uygun hale getirmeye hizmet ettiğini göstermektedir.
“MESLEK ODALARI ETKİSİZLEŞTİRİLİYOR”
Yine siyasi iktidar, son dönemde gerçekleştirdiği değişikliklerle Meslek Odalarını etkisizleştirmiş, devre dışı bırakmış, Meslek Odası-üye ilişkisini kesmiş, yapı denetim sistemini başıboşluğa teslim etmiştir. Oysa Meslek Odaları; toplumsal sorumluluğu gereği mesleki uygulamaları denetlemekte, mesleki niteliği yükseltmek amacıyla çalışmalar gerçekleştirmekte, üyelerinin sicilini tutmakta, üyeler tarafından gerçekleştirilen mesleki faaliyetleri kayıt altında bulundurmakta, yapı üretim sürecinin kanayan yarası olarak kabul edilen “imzacılığın” önüne geçmeye, üyelerinin ayıplı, kusurlu iş yapmasını önlemeye çalışmaktadır. Anlaşılan o ki siyasi erk, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu unutmakta, deprem önlemlerinin başında işlevsel, uygulanabilir bir denetim mekanizması geldiği gerçeğini yok saymaktadır. Üzülerek ifade ediyoruz ki siyasi iktidara yön veren Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği değildir. Siyasi iktidar, kamu adına denetim yapmakla sorumlu Meslek Odalarını devre dışı bırakıp, projelerin denetlenmesinin önüne geçmek, yapı üretimi ve denetimini ticarileştirmek, kentsel değerleri sermaye gruplarının kullanımına sunmak istemektedir.
“SORUNLAR DEVAM EDİYOR”
Ancak unutulmamalıdır ki insanımızın canı, emek vererek sahip olduğu değerleri, sermaye gruplarının kâr hırsına kurban verilmeyecek önemdedir. 16 yıl önce bölgemizde de depremin tahribatını, acısını yaşadık. 27 Haziran 1998 tarihinde Adana- Ceyhan depremiyle bölgemiz depremin yıkıcı etkisine maruz kaldı. Adana- Ceyhan depremi, bölgemizdeki yapı üretim sürecinin sağlıksızlığını acı sonuçlarıyla birlikte gözler önüne serdi. Biz İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak depremin yıkıcı etkisinin ancak yapı üretimi ve yapı denetiminin nitelikli hale getirilmesi ile azaltılabileceğini savunmaktayız. Ülkemizde, bölgemizde güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar da depremleri unutmamaya, unutturmamaya, susmamaya; merkezi ve yerel yöneticilere görev ve sorumluluğunu hatırlatmaya kararlıyız.”
Biçer, Marmara depreminin 15. yılı nedeniyle İMO’nun tüm Şube ve temsilciliklerinde fotoğraf sergisi açıldığını, bilgilendirici broşürler dağıtıldığını sözlerine ekledi.