Türkiye’de deprem gerçeği her geçen gün bir adım daha yaklaşırken kentsel dönüşümle yeniden inşa edilen yapılarda sürdürülebilirlik büyük önem taşıyor. Altensis Kurucu Ortağı Dr. Emre Ilıcalı, hem toplam ekonomik fayda açısından, hem de insanların daha konforlu, daha verimli ortamlarda yaşamaları için enerji, su gibi değerli kaynakların daha verimli kullanıldığı, uluslararası standartlara uygun yeşil binaların inşa edilmesi gerektiğini dile getiriyor. Ilıcalı, gerek tasarım gerekse de inşaat ve işletme süreçlerinde bu hedeflerin doğru şekilde sağlanabilmesi için kentsel dönüşümün çok önemli bir fırsat olduğunu değerlendirdi.
Türkiye’de kentsel dönüşüm çalışmaları devam ederken, yenilenen yapıların “yeşil bina” olarak hayata geçmesi sürdürülebilir kentler için büyük önem taşıyor. Kentsel dönüşüm çalışmalarında yapıların bütünlük içerisinde ele alınması gerektiğini dile getiren Altensis Kurucu Ortağı Dr. Emre Ilıcalı, özellikle Avrupa Birliği Yeşil Mütabakatı’yla gündeme gelen ve Avrupa Birliği’nde 2021’den itibaren zorunlu hale gelen ”neredeyse sıfır enerji bina” konseptinin ülkemizde de gündeme geleceğini belirtti. Sürdürülebilir kentlerin inşasında, doğru tasarlanarak enerjiyi en verimli şekilde kullanacak yapıların günümüzün olmazsa olmazı olduğunu belirten Ilıcalı, hem enerji verimliliğinin hem de konforun bir arada sunulduğu yapıların inşa edilmesi konusunda harekete geçilmesi gerektiğini belirtiyor.
“Kentsel dönüşüm, yaşam kalitesinin dönüşümü için bir fırsat”
Kentsel dönüşümün ana amacının sağlıksız binaları dönüştürerek, daha verimli ve sağlam binalar yapmak olduğunu dile getiren Ilıcalı, “Biz bu binaları yaparken aslında bu yapılarda 50-100 sene kadar yaşayacağız. Kentsel dönüşümde eğer sadece deprem riskini göz önüne alıp diğer konuları göz ardı edersek, yaşam kalitesini artıracak ve günlük yaşamda çevremize dair olumsuzlukları azaltacak önlemleri şimdiden almazsak, ileride bu sorunların çok daha fazlasını yaşayacağız. Kentsel dönüşüm sürecini planlı şekilde ele almalı, betonlaşma, yoğun trafik, yeşil dokunun kaybolması, su sorunu, kuraklık ya da aşırı yağıştan oluşan taşkın felaketleri gibi sorunlara bu bağlam içerisinde çözümler bulmalıyız. Kentsel dönüşümü yalnızca binaların dönüşümü ve rant kaynağı düşünmemeli, yaşam kalitesini artıracak ve iklim değişikliğine çözümler sunacak bir dönüşüm haline getirmeliyiz.” diyerek kentsel dönüşümün bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini vurguladı.
Türkiye’de kentsel dönüşüm sürecini ele alan Ilıcalı, “Türkiye’de ciddi oranda sağlıksız yapı stoğu var. 6,5-7 milyon arasında konutun bir an önce dönüştürülmesi gerekiyor. 2013 yılında başlayan, kentsel dönüşümü hızlandıracak riskli alanlardaki yapıların dönüştürülmesi hakkındaki kanun ve alt mevzuatlar akabinde bu konuda ilerleme kaydedilmişti. Ancak hala İstanbul başta olmak üzere birçok büyük şehirde riskli yapı mahalleleri mevcut durumda. O bölgeler ele alınarak rekreasyon alanları, yeşil alanlar ve birtakım sosyal donatılar düşünülerek planlama yapılması gerekiyor. Son dönemde yapılan mevzuat değişiklikleri ve uygulamalarla bu konu oldukça hızlanmış olsa da daha ciddi önlemler alınarak, adeta bir acil eylem planı gibi yönetilmesi gerekebilir.” dedi.
Binanın sadece fiziki anlamda yenilenmesi değil yaşam kalitesini artıracak bir proje olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan Ilıcalı, “Evimizin mutfağı, salonu, binası ne kadar güzel olursa olsun, biz evden çıktığımızda trafiğe takılıyorsak ya da en hafif bir yağmurda bile her tarafı su basıyorsa bunun düşünülmesi gerekiyor. Türkiye su fakiri ülkeler arasında yer alıyor. Bir yandan kuraklık sorunu var, bir yandan da yaz aylarında İstanbul’da taşkınlar oluyor. Bu anlamda yağmur suyunun kullanımıyla ilgili yapılması gereken çok şey var. Binalarda enerji ile çözülmesi gereken sorunların çoğu hala eksik. Bu anlamda kentsel dönüşüm bir fırsattır. Kentsel dönüşümde çevre ve iklim değişikliği mutlaka düşünülmesi gereken bir konudur.” diyerek kentsel dönüşümün yaşadığımız çevre açısından önemini dile getirdi.
Yeşil uygulamalar kentsel dönüşüm sürecine dahil edilebilir
Yeşil binalar ve kentler kapsamında önerilen birçok uygulamanın, kentsel dönüşüm sürecine entegre edilerek kolaylıkla uygulanabileceğini belirten Dr. Emre Ilıcalı, “Mesela buna güzel bir örnek elektrikli araç şarj altyapısıdır. Yeni çıkan otopark yönetmeliği bu açıdan oldukça olumlu bir gelişmedir. Artık belli otopark büyüklüğüne sahip her yeni bina da şarj istasyonları konulması zorunlu oldu. Halka açık otoparklar ve AVM’lerde bu oran daha yüksek. Biz aracımıza şu anda benzin istasyonundan benzin alıyoruz ama elektrikli araç olduktan sonra bunu yapmayacağız. Her gittiğimiz yerde şarj istasyonu talebimiz olacak. Arabamızı park ettiğimiz her yerde elektrikli araçlar için şarj istasyonu olan bir altyapı olması gerekecek. Konutlar, AVM’ler, ofisler, ticari binalarda elektrikli araç şarj istasyonu tercih sebebi olacak.“ dedi.
Elektrikli araçların artık hayatımızda artarak var olacağını da belirten Ilıcalı, “2030’dan itibaren otomotiv firmalarının ürettiği yeni modellerin hemen hemen hepsinde büyük oranda elektrikli araçlar yer alacak. 4 modelden 2’si elektrikli olarak karşınıza çıktığında zaten gayrimenkul projeleri de altyapılarını ona göre şekillendirmek zorunda kalacak. Türkiye’de de bununla ilgili altyapı çalışmaları sürüyor. 2050’ye geldiğimizde 250 bin tane şarj istasyonu kurulması gibi hedefler mevcut.” şeklinde konuştu.
“Kentsel dönüşümde atıklar geri kazanılmalı”
Sıfır Atık Eylem Planı’nın hızlı bir şekilde adapte edildiğini belirten Ilıcalı, kentsel dönüşümde ciddi oranda atık geri dönüşümünün kazandırılacağını düşünüyor. Endüstriye tekrar kazandırılabilecek inşaat demiri, kablo gibi birtakım değerli maddelerin olduğunu söyleyen Ilıcalı, “Kentsel dönüşümde her projede atık yönetim planları zorunlu olmalı. Atık konusunda mevzuatların denetimi ve takibinin sıkı yapılması lazım. Atık deyip geçmemek gerekiyor. Atık konusu hem sağlık açısından çok önemli hem de geri kazanım açısından oldukça değerli.” diyerek atıkların geri dönüştürülmesinin önemini vurguladı.
Dr. Emre Ilıcalı, sözlerine şöyle tamamladı:
“Geçmişte olduğu gibi çevreyle ilgili sorunları günümüzde birtakım grupların ilgilenmesi gereken konular olarak değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Çevre sorunları, evden çıktığımız andan itibaren şikayet ettiğimiz hemen hemen her şeyi kapsıyor. Yeşil binalar ve kentlerle ilgili değindiğimiz konular, su, enerji, karbon emisyonları, hava kirliliği, yoğun trafik, atık konusu günlük hayatta herkesin şikayet ettiği konular arasında yer alıyor. Tüm insanlık olarak çevre konusunda ortak bir paydada buluşmamız gerekiyor. Zira bu konu artık yaşam kalitesini etkilemenin ötesine geçerek, yaşanabilecek büyük iklim sorunlarının engellenmesi adına zorunlu hale gelmiştir.”