İnşaat maliyetlerinin artmasına ve arsa kıtlığına bağlı olarak artan konut satış fiyatları, özellikle orta ve üst gelir grupları da dahil olmak üzere hane halkı mevcut gelir düzeyiyle karşılaştırıldığında erişilebilir olmaktan çıktı.
Her ne kadar geçtiğimiz günlerde TÜİK tarafından yayımlanan konut satış adetleri piyasada bir hareketlenme olduğunu gösterse de, satın alma eğilimlerinde elde nakit tutanların bu hareketlenmeye neden olduğunu söyleyebiliyoruz.
Bu durum, gelecekte daha da artması beklenilen fiyatlara karşılık, eldeki nakit miktarı değerlendirerek bugünden uygun fiyata alma düşüncesinin yansımaları. Esas üzerinde düşünülmesi gereken konu ise toplumun geneline yaygın konuta erişilebilirlik sorununa çözüm üretebilmek.
GAPAS’ın öneri modeli
Bundan iki hafta önce alternatifsizlikler içerisinde alternatifler başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazımda sevgili arkadaşım GAPAS Başkanı İsmail Özcan’ın İngiltere’de uygulanan “Kullanım Hakkı Satışı” yönteminin ülkemiz için de uygulanabilir bir model olabileceğine ilişkin değerlendirmesinden bahsetmiştim.
İsmail Özcan son dönemlerde ekonomide yaşanan gelişmelerle hızlı yükselen konut satış fiyatlarını ve kiraları frenlemek için mülkiyet sistemini değiştirmemiz gerektiğini söylüyor ve GAPAS olarak önerdikleri yeni mülkiyet sistemiyle arsanın mülkiyetinin ilk sahibinde kaldığını; konut satın alan kişilerin satış fiyatı olarak arsanın bedelini değil, müteahhidin kârı dahil inşaat maliyetini ödediklerini; arsa sahibine ise uzun süreli olarak kira ödendiğini belirtiyor.
Önerdikleri bu sistemin mevcut kanunlarımızda kısmen “intifa” hakkı olarak da tanımlanan, hakkın satışına dayandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Öneri, İngiltere’de uygulanan “uzun süreli sahiplik – arsa kirası” (long leasehold) modelinin bir benzeri aslında…
İngiltere’deki uygulama
Öneri modeli anlamadan önce İngiltere’de özel mülkiyetin iki temel şekli olan freehold ve leasehold arasındaki ayrıma bir bakalım… Freehold (Serbest Mülkiyet) mülkiyetinde, kişi mülkün ve üzerinde bulunduğu arsanın tam sahibi olur. Sahiplik süresi sınırsızdır ve mülk sahibi, mülkü istediği zaman satabilir. Leasehold (Kira Mülkiyeti) mülkiyetinde ise, kişi mülkün sahibi olur ancak arsanın sahibi olmaz.
Arsa başka birine (freeholder veya landlord) aittir. Bu modelde, mülk sahibi, belirli bir süre boyunca (örneğin 99 yıl, 125 yıl, 999 yıl gibi) mülkü kullanma hakkını elde eder. Bu sürenin sonunda mülk, arsa sahibine geri döner. Mülk sahibi, arsa sahibine yıllık bir kira (ground rent) öder ve bazen belirli aralıklarla yapılan büyük bakımlar için de ek ödemeler yapması gerekebilir.
“Uzun Süreli Sahiplik – Arsa Kirası” modelinin detaylarına gelecek olursak, yapı basit aslında: Leasehold mülkiyet genellikle uzun süreli kiralamalar içerir. Kira süresi bittiğinde, mülk arsa sahibine (freeholder) geri döner. Mülk sahibi, arsa sahibi olan kişiye (freeholder) yıllık bir kira ödemek zorundadır. Uzun vadeli olarak gerçekleştirilen bu kira genellikle düşük bir miktar olabilir. Mülk sahipleri, ortak alanların bakımı ve bina yenilemeleri için freeholder’a ek ücretler ödemek zorunda kalabilirler. Bu maliyetler genellikle service charge olarak adlandırılır.
Leasehold mülkiyetin çeşitli hak ve sorumlulukları vardır. Örneğin, leaseholder mülkü değiştirmek için freeholder’dan izin almak zorunda kalabilir. Diğer taraftan, lease (kira) süresi azaldığında, leaseholder genellikle kiralamayı uzatmak için freeholder ile pazarlık yapabilir. Özellikle lease süresinin azalması ise, mülkün değerini düşürebilir ve lease uzatmaları sırasında yüksek maliyetler ortaya çıkabilir. Son yıllarda, bu modelin reform edilmesi gerektiği konusunda İngiltere’de birçok tartışma olduğu da bir gerçek.
Türkiye’de uygulanabilir mi?
Bu sistemin ülkemizde uygulanabilirliği birkaç faktöre bağlı olarak değerlendirilebilir: Türkiye’de gayrimenkul mülkiyeti, Kat Mülkiyeti Kanunu ve diğer ilgili yasalar tarafından düzenlenir. Bu yasalar, gayrimenkul mülkiyetinin tam sahiplik (freehold) esasına dayandığını belirtir. Leasehold sistemi gibi uzun süreli kira anlaşmalarının mevcut mevzuata entegrasyonu zor olabilir ve yeni yasal düzenlemeler gerektirebilir.
Ayrıca, ülkemizdeki tapu ve kadastro sistemi, mülklerin sahiplik bilgilerini detaylı ve kesin olarak kaydeder. Leasehold modeli, bu sistemin revizyonunu gerektirebilir. Türk gayrimenkul piyasasında, genellikle mülk sahipleri tam sahiplik (freehold) hakkını tercih eder. Uzun süreli kira mülkiyeti modelinin kabul görmesi için piyasa talebi ve alıcıların bu modele ilgisi önemli olacaktır. Leasehold modelinin ekonomik getirileri, arsa sahipleri (freeholder) ve uzun süreli kira sahipleri (leaseholder) için cazip olmalıdır.
Bu modelin Türkiye’de ekonomik açıdan sürdürülebilir olup olmayacağı değerlendirilmelidir. Ayrıca, hepimizin malumu, ülkemizde mülkiyet sahipliği kültürel ve sosyal olarak önemli bir değere sahiptir. Tam mülkiyet hakkı, birçok insan için güven ve prestij kaynağıdır. Leasehold modelinin bu kültürel algıyı nasıl etkileyeceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Sonuç olarak, İngiltere’deki leasehold modelinin Türkiye’de uygulanabilmesi için kapsamlı bir analiz, kamu desteği, yasal düzenlemeler ve pilot projeler gerekli. Bu süreçte, yerel piyasa dinamikleri, kültürel faktörler ve ekonomik koşullar dikkate alınmalı. Aslında bu sistemin bir benzeri halihazırda turizmde, tarımda ve madencilikte uygulanıyor. Dolayısıyla konuta erişilebilirlik anlamında alternatif modeller tartışmaya açılmalı ve denenmeli; kamu kurumlarının öncülük etmesi düşünülmeli. Maalesef hep bildiğimizi yaparak erişilebilirliğe çözüm üretmek her geçen gün daha zor hale geliyor…
(Kaynak: Prof. Dr. Ali HEPŞEN – Dünya Gazetesi köşe yazısı)