23 Aralık 2024 Pazartesi
Ana SayfaSektörden HaberlerMuhteşem doğası ve yaylalarıyla Doğu Karadeniz turu

Muhteşem doğası ve yaylalarıyla Doğu Karadeniz turu

Yemyeşil doğası ve görenleri kendine hayran bırakan güzellikleri ile Karadeniz- Batum turu yazıma başlamak istiyorum. İşe başlamadan önceki son tatilimdi ve 1 yıllık yasal stajım boyunca İstanbul’dan uzaklaşmamın da pek olurunun olmaması bu tatili benim için daha da kıymetli yapıyordu.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki kültür veya deniz tatili isteyen biri Karadeniz turu gezisinden beklediğini bulamayacaktır ancak bizim gibi her sene Ege sahillerine gidenler için çok daha farklı ve doğanın güzelliklerinin ön planda kaldığı bir deneyim olacağını söyleyebilirim. Biz bu turu herhangi bir tur şirketi ile yapmadık, ailemle oturup yaptığımız planlar sonrasında organize ettik ve biraz da keyfimize göre ayarladık. Dolayısıyla daha bağımsız olarak gitmek isteyenler için bizim turumuz belki bir örnek olur diye düşünerek bu yazıyı kaleme almak istedim.

TRABZON

22 Ağustos sabahı erken saatlerde İstanbul’dan yola çıktık. Kendi aracımız ile yaptığımız bir seyahat olduğundan Çorum’da durup leblebi kurabiyesi tatmayı ihmal etmediğimiz keyifli bir yolculuk sonunda yaklaşık 10 saat sonra Giresun’a ulaştık. Burada  aile dostlarımız olduğundan bir gece burada konakladıktan sonra, 23 Ağustos sabahının erken saatlerinde Trabzon’a gitmek üzere yola çıktık. İlk olarak gideceğimiz yer Sümela Manastırı’na Giresun’dan yaklaşık 2 saat 40 dk. süren bir araba yolculuğu sonrasında ulaştık.

Şunu belirtmeliyim ki inanılmaz Arap turist var ve ilk başta araçtan indiğinizde Sümela Manastırı’nın nerede olduğu konusunda kafanız bayağı karışıyor. Sümela Manastırı gözlem yeri diye bir tabela koymuşlar ama kimsenin manastırın nerede olduğuna ilişkin bir fikri yok. Biraz ileride duran servisler olduğunu fark edip, şoförlerle konuştuğumuzda Sümela Manastırı’na bu bölgeden 2,5 km yol olduğunu ancak yolunun bozuk olmasından dolayı servislerle çıkabileceğimizi söylediler. Kişi başı 5 TL fiyatı var(gidiş-dönüş) ve manastıra giden yol çok tehlikeli. O yüzden servisleri kullanmak oldukça mantıklı, ne yürüyerek kendinizi yorun ne de aracınızla çıkarak risk alın derim.

Tepeye yani Manastırın olduğu yere 5 dk gibi kısa bir sürede ulaştık. Ancak Sümela halen daha restorasyonda olduğundan içi ziyarete kapalıydı yani tepede gelinen yerden seyretmekten başka yapabileceğiniz pek bir şey yoktu maalesef. Bir de tarihi yapısını koruyabilmiş ufak bir kale vardı. Ayrıca hem tepede hem de servislerin kalktığı noktalarda ufak ufak konumlanmış hediyelik ve yeme-içme çarşısı vardı. Biz karşıdan Manastır’ın fotoğraflarını çektikten sonra aşağıda, yanından ırmak geçen bir restoranda oturup muhlama ve Hamsiköy sütlacı yemeyi tercih ettik. Sütlaç o kadar güzeldi ki gezi boyunca 4-5 yerde daha sütlaç yediğimizi ve tadına doyamadığımızı belirtmeliyim.

Burada öğle yemeğimizi yedikten sonra Uzungöl’e gitmek üzere yola çıktık. Sümela ile Uzungöl arası mesafe bir hayli fazlaydı yaklaşık 2 saat 20dk yol sürüyor. Ancak temiz havadan oksijen çarpmış olacak ki ben arabaya binince resmen bayıldım diyebilirim. Yolun son yarım saati ancak etrafıma bakabilmek için kalkabilmiştim. Uzungöl’ün yolu-aslında genel olarak Karadeniz’in- inanılmaz keyifliydi, sürekli dimdik dağ tepelerine kurulmuş evler görüp hayretle bakakaldık. Karadeniz insanının o dağın tepelerine nasıl gidip ev yapabildiklerini anlamlandıramadık. Biz doğasını incelemeye dalmışken bir süre sonra hareketli bir merkeze geldiğimizi fark ettik. Uzungöl’e gelmiştik. Aynı anda hem muazzam bir doğal güzellik hem de çevresine konumlanmış bir sürü dükkan, kafe, restorant, yanında değişik bir çok aktivitenin yer aldığı ama baktığınızda da kartpostalları andıran Uzungöl’de resmen hayat vardı. Biz Uzungöl’e geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Uzungöl’ü fotoğraflayıp çevresinde tur attıktan sonra artık hava kararmıştı. O gün için otelimizi önceden ayarlamamış olsaydık kesinlikle burada kalmayı çok istemiştik. Bu yüzden gitmeyi düşünenlere tavsiyem mutlaka bir gecenizi Uzungöl’de konaklamaya ayırın. (Bu arada otel fiyatları gecelik 400 TL’civarındaydı.)

RİZE

Uzungöl’den akşam 8 gibi Rize’ye gitmek üzere yola çıktık. 1 saat 10 dk gibi kısa bir sürede Rize merkezdeki otelimize ulaştık. Otelimiz çarşıya çok yakın olduğundan biraz dinlendikten sonra yöresel yemeklerden tatmak üzere çarşıda bir restorana gittik. Kavurmalı pilavı, Çayeli fasulyesini, karalahana sarmasını ve Hamsiköy sütlacını tattık. Yemekleri çok güzel olan Karadeniz’in bir kötü tarafı havasının inanılmaz boğucu olmasıydı. Havadan bunaldığımız için biraz merkezi dolaştıktan sonra otelimize geri döndük.

24 Ağustos sabahı Fırtına Vadisi’ne gitmek üzere yola çıktık. Yaklaşık 40 dk süren bu yolculuk sırasında yolda sürekli rafting ve zipline tabelalarını görmüş olduğumuzdan dolayı dayanamadık ve zipline için yol üzerinde mola verdik. Fırtına deresi üzerinde zipline yapmak kısa ama inanılmaz eğlenceli bir aktiviteydi. Meşhur Osmanlı (Timisvat) Köprüsü’nü görünce herkes gibi durup fotoğraflamayı ihmal etmedik. Daha sonra yolun sonuna kadar devam ettiğimizde karşımıza Zilkale çıkıverdi.

Uzaktan öyle güzel gözüküyordu ki film sahnesi gibiydi. Dağın en tepesine konumlanmış görkemli bir yapıydı. Girişi 3 TL ama karşılığında muazzam bir manzara sizi karşılıyor. Tepeden Fırtına Deresi’ni ve tüm vadiyi kuş bakışı olarak seyretmeniz mümkün. Zilkale’den harika manzara fotoğrafları çektikten sonra yanındaki minik çay evinde içi mısır helvalı kete yiyip, mis gibi çayını içmeden oradan dönmeyin derim.

Biz bu ufak çay molasından sonra Ayder Yaylası’na gitmek üzere tekerleri döndürdük. 25 dk kadar bir araba yolculuğu sonrası Ayder Yaylası’na varmıştık. Burası oldukça ilginç bir yerdi çünkü dağın başına konumlanmış minik bir yaşam vardı burada. Sanki yayla değil de köymüş gibi. Kalabalık, hareketli, eğlenceli, doğal güzellikleri ve dengesiz bir havası vardı. Yağmur yağdıktan yarım saat sonra güneşin sizi yaktığı bir yer burası. Ancak bence bir olumsuz yönü Arap turistler tarafından kuşatılmış olması diyebilirim. Sırf Araplara hitap edecek restoranlar bile açılmış. Biz de karşımızki dağın arasından pınar süzülen mis gibi manzaraya karşı olan restoranlardan birinde muhlama ve  laz böreği yedik. Daha sonrasında konaklamak üzere otelimize döndük.

BATUM

25 Ağustos sabahı erken saatlerde yola çıktık. 1,5 saat süren yolculuk sonrası Gürcistan Batum’a geçmek üzere Artvin Hopa’da bulunan Sarp Sınır Kapısı’na geldik. Gürcistan’a sadece yeni tip nüfus kağıdınızı veya pasaportunuzu göstererek geçebilmeniz mümkün. Burada aracın geçiş işlemleri biraz uzun sürüyor, 1 saat kadar beklemeye hazırlıklı olun derim. Geçiş yaptıktan sonra navigasyonumuzun yardımı ile ilk olarak Batum Botanik Bahçesini ziyaret ettik.

İçerisinde 5000’den fazla bitki türü barındıran Batum Botanik Bahçesi, Kafkasya’ya özgü yarı tropik bitkilerin yanı sıra Uzak Asya, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Himalayalar, Meksika, Avustralya ve Akdeniz bitkilerinin sergilendiği bölümler de bulunuyor. 1,200 gül türünün yer aldığı parkta 2,000 üzerinde ağaç ve odunsu bitkiler bulunuyor.

Park giriş ücreti ise 15 Lari.(Kur olarak şu anda 1 Lari=2 TL) Ana yürüyüş yollarını takip ederek Batum Botanik Parkı’nı gezmek 2-4 saat tutuyor. Parkta hizmet veren akülü gezi arabalarını kullanarak, yorulmadan parkın bir çok yerini görmek mümkün. Onların da fiyatı kişi başı 5 Lari. Ancak akülü arabaların sizi bıraktığı nokta parkın bir diğer ucundaki kapısı oluyor. Bu yüzden iki kapısı arasına taksi koymuşlar ki başladığınız yere taksi ile geri dönebilesiniz. (2 kapı arası 3 km mesafe var)

Benim tavsiyem vaktiniz varsa parkı yürüyerek gezmeniz zira akülü arabayla pek bir şey anlamıyorsunuz. Biz 2,5 saat kadar parkı gezdikten sonra şehir merkezine doğru yola çıktık. Gürcistan’a girdiğimiz andan merkezine gelinceye kadar buranın tam bir eski, yıpranmış evlerle dolu olduğunu düşünüyordum. Ancak merkezine gelince bu eski kent yerini Avrupa şehrine bıraktı diyebilirim. Şehrin merkezinde 2 ana meydanı var.

Piazza Meydanı adeta Venedik’i anımsatıyor. 5 bin 700 metre kare alanı kaplayan meydan, içerisinde otel, restoran, pub ve kafelerin olduğu Piazza kompleksi ile çevrili. İçerisinde çok güzel tatlıları olan bir kafe var. Orada mutlaka krep pastasını tatmalısınız.

Bir diğer meydan Avrupa Meydanı. Şehrin hemen her yerinden görülen ve bir nevi sembollerinden Medea Anıtı bu meydanda yer alıyor.

Batum bulvarı; şehir merkezindeki plaja paralel uzanan 7 km uzunluğundaki palmiye ağaçları ile süslenmiş; üzerinde kafe ve restoranların, heykellerin, fıskiyeli havuzların bulunduğu çok sevimli bir bulvar. Özellikle yazın akşamüstü bulvar oldukça kalabalık ve hareketli oluyor.

Batum Limanı; Şehrin aslında en önemli noktası bu liman çünkü görülmesi gereken tüm simgeler bu liman üzerinde yer alıyor, plaj ve diğer önemli meydanlara da buradan yürüme mesafesi ile ulaşmak mümkün.

Ali ve Nino diğer bir adı ile Aşk Heykeli; Batum Limanın hemen yakınında deniz kıyısında bulunan, 7 metre yüksekliğinde metalden yapılmış heykel, görmesi gereken önemli bir sanat eseri olarak geçiyor. Heykeltıraş Tamara Kvesitadze tarafından yapılan bu aşk heykeli Azeri genç Ali ve Gürcü kız Nino arasındaki kavuşulamayan aşkı anlatmaktadır. Her akşam saat 7’den sonra  hareket eden; bir kadın ve bir erkekten oluşan 2 metal heykel, her 10 dakikada farklı bir açı alarak iç içe geçiyor ve tekrar ayrılarak birbirlerini arkalarında bırakıyor. Heykelin altında “ağıt” söyleyen bir grup Gürcü var ve söyledikleri ağıt oldukça etkileyici bir atmosfer sağlıyor.

Alfabe Kulesi; 2012 yılında yapılan 130 metre uzunluğundaki Alfabe kulesi, kökeni 5. Yüzyıla kadar giden ve dünyada yaşayan 12 alfabe türünden biri olan Gürcü Alfabesine ithafen yapılmış. DNA sarmallarına benzeyen mimarisi ile dikkate çeken kulede, şehri izlemek amacıyla restoran yer alıyor.

Ferris Wheel; Ali ve Nino Heykeli’nin hemen yanında duran ve şehri tepeden müthiş bir manzara ile izleyebileceğiniz dönme dolap. Kişi başı 5 Lari. Gece bu dönme dolap ile şehri izlemek çok keyifli oluyor, zaman ayırmanızı tavsiye ederim.

Batum’da ne yenir derseniz; Haçapuri adında çok lezzetli pideleri var. Sulguni isimli Gürcü peyniri kullanılarak yapılıyor. Sarımsaklı tavuklu kremalı yemekleri denemeye değer. Hınkal ise içi et dolgulu haşlanmış hamur, içindeki etin domuz eti olma riski var. Bizim mantının büyük boyutlarda olanı gibi düşünebilirsiniz.

Gürcü Şarapları; Gürcistan şarabın doğduğu yer olarak geçiyor, Özellikle yarı tatlı kırmızı şaraplarından dönerken de bir şişe yanınızda getirmeyi unutmayın.

Armutlu gazozları; gazozları genel olarak çok lezzetli ama özellikle armutlu gazozlarını tatmanızı tavsiye ediyorum. Farklı bir damak tadı veriyor.

Batum’da konaklama olarak limana veya meydanlara yakın bir yerde otel tercih ederseniz her yere 10 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabilirsiniz. Yürüyerek şehrin sokaklarını dolaşması bir hayli keyifli oluyor.

Biz Batum’da 1 gece konaklamayı planlamıştık ancak havanın çok sıcak olması ve şehri çok beğenmemizin de etkisi ile bir gece daha konaklayıp, gün içinde plaja gitmeyi tercih ettik. Elbette bir Ege denizi kadar güzel olmasını beklemiyorduk ancak buranın plajları da gayet keyifliydi. Ayrıca gece gerçekten çok hareketli, eğlenceli ve tam bir tatil beldesi tadında bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Biz Batum’dan çok keyif aldık, sizin de Karadeniz turunuza eklemenizi içtenlikle öneriyorum.

ARTVİN

27 Ağustos sabahı Borçka-Karagöl’e gitmek üzere yola çıktık.  Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk sonrasında Karagöl’e ulaştık. Belirtmeliyim ki Karagöl yolu biraz tehlikeliydi. Özellikle son 6 km kala yol birden bozuluyor ve darlaşıyor. O yola geldiğinizde çok dikkatli olmanızın yanı sıra camları açmayı unutmayın. Ağaçlardan inanılmaz güzel bir koku geliyor. Kestane ve çam ağacının özellikle yoğun olduğu bölge balcılık için de oldukça elverişli.

6 km yolu yarım saatte gittikten sonra Karagöl Milli Parkı’nda yağmurlu bir hava karşıladı bizi. Daha Karagöl görünmeden mis gibi havası ve uzaktan gelen horon sesleri ile burası size kendinizi iyi hissettiriyor. Burası benim en heyecanla beklediğim duraktı. Muazzam bir yer. Tablodan çıkmış gibi. Saklı kalmış bir cennet demek burayı tanımlamak için uygun olacaktır.

Yeşilin her tonunu burada görmeniz mümkün. Ağaçların rengi suya yansımış, gölün rengi muazzam bir yeşile dönüşmüştü. Kartpostallık bu manzarayı elimizden geldiğince fotoğrafladık. Ardından gölün çevresinde turladık. Hava yağmurlu olduğu için gölün çevresinde dolaşırken bazı yerler biraz kaygan ve çamurluydu buna hazırlıklı gitmek gerek. Çevresindeki parkuru dolaştıktan sonra gözleme yiyip, ayran içmeyi de ihmal etmeyin derim. Karagöl ile Karadeniz turumuzun sonuna geldik. Biz bu tatilden çok keyif aldık JBir sonraki yazıda görüşmek üzere,

Mistik Sloth’tan sevgilerle

PROJE BİLGİ FORMU

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yapın

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen isminizi girin

Son Haberler

YAZARLAR

Ayla Özer
365 YAZI